2000 yılında “Derin Karanlık” (Pitch Black) ile başlayan Riddick serisi “Riddick Günlükleri”nin (The Chronicles of Riddick - 2004) ardından 3. sinema filmiyle beyazperdeye dönüyor. Bir çeşit “Firavun – Musa” öyküsü anlatan ilk iki filmin sonunda Riddick, Lord Marshall’dan intikamını almış ve onun yerine geçip lider olmuştu. Üçüncü filmde ise doğduğu Furyan’a dönmek isterken, iktidar entrikalarının kurbanı olup “kuş uçmaz kervan geçmez” bir gezegene düşüyor ve vahşi hayvanlara av olmamak için kıyasıya bir mücadeleye girişiyor. Hayatta kalma konusunda muhteşem yeteneklerini yeniden hatırladığımız Riddick, önce kaplan – sırtlan karışımı yırtıcılarla, ardından besin zincirinin en üst halkasında yer alan yılan balığı - “Alien” kırması yaratıklarla karşılaşıyor.


“Yaşamda kalma” (survival movies) ve “ıssız ada” filmleri havasında geçen, gayet sürükleyici bir 25-30 dakikanın ardından “Riddick”, gezegene ödül avcılarının gelmesiyle başka sulara doğru ilerliyor. İkinci bölüm, Rambo serisini; “yaratıklar ordusuyla savaş”ı anlatan son bölüm ise James Cameron’un “Aliens” filmini hatırlatıyor. Serinin üç filminin de yönetmeni ve senaryo yazarı David Twohy, doğru bir kararla filmi tümüyle “Riddick”in yaşamda kalma becerileri, zekâsı, strateji ve planları üzerine kuruyor. Senaryo, kayda değer alt metinler içermese de üç ana bölümden oluşan sağlam düzeniyle iyi ilerliyor. Buna, montajın akıcılığı ve özel efektlerin başarısı da eklendiğinde “Riddick” hiç sıkılmadan izlenen bir gerilim - macera filmine dönüşüyor. Öte yandan, özellikle yaratık tasarımları ve genel atmosferiyle bilimkurgu meraklılarını da tatmin edecek bir iş var ortada.


Jordi Molla’nın kaypak ödül avcısı Santana’yla “kötü adam” boşluğunu doldurduğu filmde, Katee Sackhoff “Alien” filmlerinin Ripley’ini (Sigourney Weaver) hatırlatan “sert kadın” kompozisyonuyla öne çıkıyor. Vin Diesel de bilimkurgu dekorunda inandırıcı bir “uzaylı Rambo” olmayı başarıyor. Heyecan ve gerilim dozu hiç düşmeyen “Riddick”, aksiyon ve macera sevenler için ideal bir seçim.


‘Çılgın’ âşık

2010 yılında gösterime giren “Çılgın Hırsız”ın (Despicable Me) büyük başarısından sonra aynı yönetmenler (Pierre Coffin, Chris Renaud) ve aynı yazarlar (Ken Daurio ve Cinco Paul) yeni bir filmle karşımızdalar.


İlk filmin başarısının bence 3 sırrı vardı. Rengârenk görsel atmosferi, çizgileri ve karakter tasarımlarıyla Hollywood animasyonlarından farklı, çok yeni bir havaya sahipti. Anti-kahraman Gru’nun şefkatli bir babaya dönüşmesini anlatan hikâye derinlikli ve anlamlıydı. Ve 3, seyirci “Minyonlar”a bayılmıştı.


İlk filmin çocuksu bir naiflik taşıyan, şirin ve ferahlatıcı görsel atmosferini aynen koruyan ikinci film, ne yazik ki hikâyede aynı başarıyı gösteremiyor. Gru’nun âşık olması fikri üzerinden ilerleyen “Çılgın Hırsız 2”, gerek “kötü adam” gerekse entrika konusunda ilk filmi özletiyor; ilginç fikirler geliştiremiyor. Buna karşılık, ilk filmin gizli yıldızları “Minyonlar” bu kez daha çok öne çıkıyor ve bütün eksileri unutturacak muhteşem bir “performans” sergiliyorlar. Gru’nun aşkı Ajan Lucy’nin de filme renk getiren, Gru gibi müstesna, eğlenceli ve “karikatürize” bir karakter olduğu kesin.


Müzikleri ve parlak renkleriyle 60’lı ve 70’li yılların ajan filmlerini de hatırlatan “Çılgın Hırsız 2”, zayıf hikâyesine rağmen baştan sona ilgiyle izlenen, sık sık kahkahalar attıran bir animasyon. En komik ve eğlenceli sahne ise bence finalde Minyonların şarkı söylediği bölüm...


Haber: Mehmet Açar


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.