Galiba biz bu işi kıvıramayacağız. En son model telefonu da alsak, taksitle arabaya, krediyle eve de girsek, oğlanla kızı şu sınavlarda çok başarılı olan mektebe de yazdırsak, hanım pilatese başlasa, bey lise arkadaşlarıyla hafta sonları buluşup gölde kürek çekmeye de gitse aynı son: Hiçbiri bize yetmeyecek! Zira tüketim hikâyenizin -para ve kalori dahil- aslında sizin mutlu olup olmadığınızla ilgilendiği yok. Unuttuysanız bir hatırlatma: Hayır o telefonun yeni modeli de sizi mutlu birisi haline getirmeyecek! Hatırımızı soranlara gayri ihtiyari “İyilik sağlık” desek de işin özeti epey mutsuzuz! Mutlu olsaydık yılların Psychology Today Dergisi, yetmedi, yanında duran New Philosopher Dergisi durduk yere, “Mutlu olmayı başaramadık, bari salalım gitsin!” diye kapak konuları yapmazlardı.


‘Maddi olmayan tüketime geçmeliyiz’


New York Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Dalton Conley, “Bugünün profesyoneli, hep başka yerde olmak gerektiği yönünde bir hisse yakasını kaptırmış durumda” diyor. “Daima hareket etmek, her an gözden çıkarılabileceğimiz duygusu veren gergin kültürümüzün bir avuntusu.’’ Bilim insanları ve psikologlar çare ararken bakın Amin Maalouf ne diyor: “Öğrenme ve kültür çok önemli. Aşırı maddi tüketime devam edersek geleceğimiz çok karanlık. Maddi tüketimden maddi olmayan tüketime geçmeliyiz. Öğrenmek ve insanoğlunun gelişimi bizi daha fazla mutlu etmeli. Aynı şekilde, ötekini anlamaya, başka dilleri, başkalarının kültür ve edebiyatlarını öğrenmeye ihtiyacımız var. Başkaları hakkında sahip olduğumuz peşin hükümlerle yetinmeye fazla eğimliyiz. Özellikle Batılılar tutumlarını değiştirmeli. Çünkü orada daha fazla eksik var.”


Mutluluğun formülü basit


Psikoloji profesörü Mihaly Csikszentmihalyi ise mutlu insanların bunu basit bir formülle başardıklarını anlatıyor. Profesöre göre, bu insanlar mutluluğu bir teknik haline getirdikleri için bu konuda zorlanmıyorlar. Elde ne varsa, ondan bir mana ve amaç üretenlerin mutsuz olma ihtimali yok! Bu konuda başarılı bir CEO’dan şairlere, müzisyenlere kadar çeşitli meslek sahibi insanlarla görüşen Csikszentmihalyi, mutluluğun ancak ve ancak üretimden geçtiğini ve işini severek yapan insanların mutsuz olamayacağını iddia ediyor. Zira işini severek yapan insanlar, dünyaya bir katkısı olduğunu varsayanlar buradan artırdıkları mutluluğu aile hayatlarına ve arkadaş çevrelerine dağıtıyor. Dolayısıyla profesör aslında mutluluğun kapalı bir daire içinde paylaştırılarak artacağını anlatmaya çalışıyor. İrlandalı düşünür ve iktisatçı F. Y. Edgeworth 1881’de bulduğu “hedonimetre”yle mutluluğun bir rakam olduğunu ve bunun ölçülebildiğini söylüyordu. Daha sonra kendisinin bu buluşu tüketici davranışları ölçümlerinde kullanıldıysa da şimdi isimleri gayet janjanlı “mutluluk anketleri”miz var. En sonuncusu 2012 yılında yapılan “Mutlu Dünya İndeksi” araştırmasında bütün dünya ülkeleri arasında en mutlu ülkeler: Kosta Rika, Vietnam, Jamaika, Belize ve Endonezya... Misal ABD, Etiyopya’nın ardından 104. sıraya yerleşmiş. Bu demek oluyor ki parayla saadet olmuyor. Bu arada, Mutlu Dünya İndeksi’nin üzerinden 2 sene geçtiği ve Türkiye’nin köprüsünün altından çok sular aktığı için memleketin o araştırmada 151 ülke arasında 46. geldiği de bir not olarak kenarda dursun. (Araştırma için happyplanetindex.org’a bakabilirsiniz.)


En iyi bebekler biliyor


İyi, çok güzel de hangi şehrin en mutlu olduğunu açıklayan anketlerin, “Evlensek mi daha mutluyuz, bekâr mı kalsak?” gibi soruların sorulduğu araştırmaların hiçbiri şu soruya cevap veriyor mu: “Peki biz nasıl mutlu olacağız?” Vermiyor. Varsa yoksa mutluluk yarışmaları. Mutlu olmak için halbuki sadece bebeklerin yaptığını yapmanın yeterli olacağını anlatıyor davranış bilimciler. Yani “anı yaşamak”. Yıllardır bu konu hakkında tonlarca kitap basılsa da bunu bir bebekten daha iyi başarabilecek kimsenin olmadığını, 1877 yılında üşenmeyip oğlunun gülmesini inceleyen ve takip eden Charles Darwin söylüyor. Evet bildiğiniz Darwin! Çocuklarının gülmelerini bilimsel bir araştırma olarak takip eden ilk bilim adamı: Darwin. Darwin, çocuklarından bir tanesinin doğduktan 45 gün sonra ikincisinin 46 gün sonra, güldüğünü ve bunların gerçek gülümsemeler olduğunu anlatıyor. Yaptığı takipte ortaya çıkan şu: Gerçekten gülen bebeklerin gözlerinin içi aydınlanıyor ve göz kapakları hafifçe kapanıyor. Bebeklerin genelde kendilerini mutlu ettiklerini düşündükleri annelerine gülümsediğini söyleyen Darwin, aynı bebeklerin arada sırada nedensiz yere güldüğünü anlatıyor. 110 günlük bebeklerin artık başka insanların suratlarından kendi suratlarını ayırmaya başladığını, büyüklerle mutluluklarını paylaştıkları günlerin başladığını ifade ediyor Darwin. Bu noktada bebeklerle, bebek kedilerin aynı tepkileri verdiğini anlatıyor. Büyüdükçe mutsuz olmamızın nedeni çok basit: Biz bunu da tüketilecek bir şey sandık! Halbuki bunun için üretmemiz gerekiyor. Baksanıza herkes aynı şeyi diyor. Profesör Gary Cross, “Her Şeyi Tüketelim Çağı” adını verdiği kitabında, “Tüketim kültürü aslında tembeller ve korkaklar için biçilmiş kaftan, çünkü bu insanlar ortada onları birleştirecek bir ürün olmadıkça ne kendilerinin kim olduğunu bulabilecekler, ne de başkalarıyla iletişime geçecekler” diye özetliyor. Yani adeta, “Dolaplar dolusu alışveriş de yapsanız, dolapları doldurmak yerine beyninizi doldurmadığınız sürece ve para harcamaya entelektüel birikimizden daha çok vakit ayırıyorsanız işiniz zor” diyor hepimize.


‘Zaman doldu’


Peki ne yapmalıyız? Çok bilmiş uzmanların elbette bu konuda da fikirleri var ve dedikleri şu: “Zaman doldu. Artık geçmişle uğraşmayı bırakıp bugüne bakmak gerekiyor. Çünkü geçmişten getirdiklerimizin gölgesi yarınların üstüne çöktü bile. Şimdi yapacaklarımızın listesi kısıtlı da olsa belki bir faydası vardır.” Diyorlar ki: “Önce affet, olan oldu, sonra olayları nasıl anlattığına bir dikkat et, hep suçlayıcı mısın? Karşı tarafı ya da kendini suçlamayı bırak; de ki ‘O bu yolu seçti, ben de bu yolu seçtim’, bitti gitti. Tamirat biraz da dili, kullandığımız kelimeleri değiştirmekle başlıyor!” “Hayatı basitleştirin” diyorlar bir de. O da şöyle; elbette ki Diyojen değiliz, gidip bir manastırın bahçesinde bir köşede uyuyalım, suyu da tastan değil de ellerimizle içelim, ama basit hedefler koymak bu işin olmazsa olmazı. “Seneye 20 kilo vermiş olacağım” değil, “Seneye kendimi vegan yemekleri konusunda geliştirmiş olacağım” mesela bir hedef! Elbette 20 kilo da verilir, ancak verilmezse getireceği mutsuzluğun vegan yemekleri konusunda başarısızlıktan daha büyük olacağını ben demiyorum, analistler diyor! Amerikan yazar Henry David Thoreau, “Eğer hayatını basitleştirirsen, evrenin kanunları da basitleşecektir” diyor. Yani ne kadar ekersek o kadar biçiyoruz! Bir de sosyalleşmek şart, evet haklısınız insanlar çok yorucu, insanlar sizi bazen boğuyor ama Aristo ısrarla şunu diyor: “Eğer ’Bir cemiyet içinde yaşayamam’ ya da ‘Ben kendi kendime yeterim’ diyorsan, sen ya iblis ya da kendini Tanrı sanan birisin!” Bu kadar Aristolar Maristolar; ne diyor Ajda Pekkan, “Sen mutlu ol ne olur!”


Yazar: Elif KEY

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.