Atalarımız ne demiş? “Büyük konuşma!” Yeni, âleme ilan neviinden, “Daha Brüksel almayayım, artık seneye inşallah” beyanında bulundu idik ya. Haftasına celp olundum. Hem de mevcutlu. Bu ne demek? Askerlik bilmeyenlere demeliyiz. Çağrıldığı makama giderken kaybolma olasılığı bulunanların yanına adam takılır. Ehil adam, diğerine göz kulak olsun diye. Sevk olunan takip oluna misyonu.


Sabahın körünün körü, kimseyi görmeye hazır ve amade olmayan kulunuz,meydanda: Kabine davet anonsu yapılmadan, ben bineyim talebi açıyor. Şu bu derken, uçakta nasıl uyunur tatbikatına geçiliyor. Tekerlek koyar koymaz beyanda bulunuyorum: “Otele geçelim duş alıp üzerimizi değişelim.” Türkçesi: “Az daha uyumak istiyorum”. “Mümkün değil, sayın Bakan sizi görmek istiyor-ister!” Külliyen gerçek dışı. Hiçbir sayın Bakan, “sayın dışı” hiç kimseyi, hiçbir zaman görmek istemez. Buna ne niyeti, ne talebi, ne de takati vardır. Amma velakin, bana göz kulak olan ehil zat ısrarda: “Fuar alanına geçsek? Lütfen”! Son iki kelime takiye faslından. Yapacak bir şey yok!


Fuar, 21. Avrupa Su Ürünleri Fuarı. Küresel ölçekteki prestij sahnesi. Burada olmak elzem. Dev ülkelerin hepsi sahada. Bizler de İstanbul İhracatçılar Birliği gövde gösterisiyle “şampiyonlar ligine” nasıl çıkılır azminde, ısınmadayız. Fuara yollanıyoruz. Belçikalılar alem! Üç şerit yolun sol şeridinde uzun ötesi bir kuyruk. Sağ iki kulvara geçilmiyor. Şoföre soruyorum: Biri otobüsler, öteki polis içinmiş. Kuyrukta kime zalim süresince o iki şeritten geçen olmuyor. Nihayet üç adet atlı polis. Keyifleri fiyakaları gıcır. Taka tuka gelip, tuka taka yok oluyorlar. Birden otobüs şeridinden “hususi bir vasıta” geçiyor. Şoförün yakasına yapışıp soruyorum: “Bu ne?” Adam geveliyor: “Sir, cezası 100 Euro!” Cebimden çıkarıp sallıyorum. “Sağa geç ve bastır!” Bir an duraksıyor, ciddi olduğumu anlar anlamaz icra ediyor.


Gördünüz Batı medeniyeti kâğıttan bir kaplan, bir banknotluk canı kalmış. Ne diye bu lüzumlu lüzumsuz malumatı arz ediyoruz. Fuarın 11 No’lu salonuna nemenem bir ruh haliyle girmişiz okunabilsin diye! Nemrut, sevimsiz ve hoyrat olmak nasıl bir manzumedir? İşte öyle...


Üç adım atıyor ve durduruluyorum. Bir tanışma seansı. Aklımda kalan şu: Başkan! Türkçemizin nadide sıfatlarından: Başkan olma hali. Her ne an keyfiyeti sezerseniz, başkanım diye mırıldanın ve olayları akışına bırakın. Neden? Daha ne olsun? O andan itibaren, karar ya da sorumluluk almanıza hacet yok! Bunlar başkana ait!


Ruhumun muhalif yanı bir buhar bulutu olup uçuveriyor. Uyumak isteyen değil miydim? Ayakta uyumak diye bir şey de var! Fakat, başkanımız kolumu kavrıyor. Bir gözü bende, diğer gözü Kürecik radarı misali taramada. Sadık bendeleri ve sürekli kapsama açısı içinde bulunan bir hanıma talimatlar yağdırıyor. Dediğini anlamaya çalışıyorum. Nafile! Ne tuhaf, muhatapları anlıyor. Başkana neler istediğini çözemediğimi söylüyorum.Mühim değil, diyor “Bakanım geldi”. Aklıma rahmetli ilkokul öğretmenim düşüyor. Çevik sorularla hayatımızı şenlendirirdi: “Başkanımızın Bakanı bizim neyimiz olur?” Araştırmacı yazar olarak istihbar edeceğim.


Bakanımız nereden ve ne için geldiler. Şanslı günümdeyim. Başkanımızın Bakanı da kolumdan tutuyor. Londra’da road show benzeri bir faaliyetten gelmişler: Borsacı, bankacı, CEO ve sair mühim zevatı Türkiye’ye yatırıma davet etmişler. Fuara, ihracatçılarımıza “Sizi destekliyorum, zafer sizinle olsun” mesajı için gelmiş. Ekonomi Bakanı’mız zihnime çakılan bir tespit ve hedefle “çağlıyor”: Küresel ölçekte su ürünleri ticareti 120milyar dolar. İhracatımız 470milyon dolar. Bunu kabul etmiyoruz. Haydi ileri, arkanızdayız!


Orkinos avı

Mademki üç tarafımız deniz, denizci bir toplum olmalı, sadece yakın deniz ve karasularımızla yetinmemeliyiz. Başkan Sagun anlatıyor: “Libya veMısır karasularındaki orkinos avlama hakkını satın aldık. İhracat tablolarını yeniden yazacağız. En önemli fuar olan SEAFOOD Brüksel’de 600metrekarelik bir standımız var. İstanbul Su Ürünleri İhracat Birliği olarak sahaya inmiş durumdayız. Avlayacağımız orkinosları bu fuarda Japonya’ya sattık bile...” Mademki Brüksel gibi bir mutfak cennetine gelinmiş. Orta yere “deniz mahsulleri dosyası” düşmüş. Peşine düşmemek yakışır mı? İki adres seçiliyor. İlki bir otelin içinde. Ama otelin kendisinden daha meşhur: Seagrill. Aşçı Mattagne’nin “2Michelin yıldızı” var.Mutfağında sadece balık ve deniz mahsulleri olan bir lokanta. “Kaz ciğeri ve kerevit” gibi dillerde tariflere sahip. Ya diğeri? L’Ecailler du Palais Royal. Bizim ekabir eşraf lokantalarına benziyor. Lütfen şehir eşrafının Avrupa Topluluğu’nun monşer diplomatları olduğunu unutmayasınız. Yarım asırlık duruşu ve deniz mahsulleri mutfağıyla bu lokanta da haklı bir şöhrete sahip.Maitre d’Hotel Angelo, İtalyanca anladığıma kanaat getirip uzun uzun çizmedeki politik halihazırı anlatıyor. Ayrıca, kalkan ızgaraları iyi, ama benim tercihim“Karadeniz kalkanı.”


Madem Karadeniz’e döndük, söz bizim İhracatçılar Başkanına düşmeli. Yanı başında sessiz bir hanım var demiştik.Muhterem eşleri imiş. Sakin görünüşü aldatıcı, kendileri “duruma” hâkim. Durum, başkanımız oluyor. Âşık çifte bakıp soruveriyorum: “Nasıl tanıştınız?” Aynı apartmanda otururlarmış. Babaları arkadaş ve balıkçı. Başkan, kızı gözüne kestirip merdiven kovasında yakalıyor. “Hayrola” falan derken, kızın çatıya anteni düzeltmeye çıktığını öğrenip yararlılık gösterme hevesini beyan ediyor. Kızımızın cevabı: “Sen işine bak, ben anteni her gün düzeltiyorum!” Başkan plan proje adamı. Pes etmek mizacında yok. Netice malumunuz. Bu hikâyeye bayılınca, beni himayesine almaya karar verdi. Karadeniz’den kız bakacak. Tabii baştan uyardı “Hoca, bunlar çeyizlerinin en üst kısmına bir tabanca koyar.” Beni bir düşünce aldı. O gün bugün “ayran” içip çeyizi unutmaya çabalıyorum...


Haber: Ali Esad Göksel

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.