Bir araştırma okumuştum. Eşler birbirlerini ortalama %50 oranında tanıyor ve daha çok tanımaya çalışmıyorlarmış. Herkes fizik, kimya, matematik öğrenmek için çalışıyor ama nedense sosyal ve duygusal olaylarda öğrenmeye çok kapalıyız. Öğrenmekten korkuyoruz. Eşimizi, arkadaşımızı veya kendimizi tanıdığımız zaman ortaya çıkacak gerçeklerle karşılaşmak istemiyoruz.


Örneğin; toplumumuzda başarılı bir cinsel yaşam kurabilen evli çiftlerin sayısı çok fazla değildir. Çünkü cinsellikle ilgili birçok şeyi birbirlerine itiraf edemezler. Kendilerini başarılı gibi görürler. Bir bölümü de gerçekten başarılı olduklarına inanırlar. Bir hanım gazeteye yazdığı mektupta, “Eşim bana yaklaşırken kendini aslanlar gibi görüyor, koltukları kabarıyor, kendini cinsel yönden çok güçlü ve başarılı zannediyor. Oysaki benimle hiçbir ilgisi yok, yalnızca kendi kendisiyle ilgileniyor. Beraber olduğumuz günlerin sabahında işe gidişi bile farklı oluyor. Evden önemli fetihler yapmış bir kumandan edası ile ayrılıyor. Bazen, ‘Dur kocacığım bir konuşalım ben bu işten bir şey anlamıyorum’ demek geliyor içimden. Ama hayalleri yıkılır, morali bozulur diye korkuyorum.”


Eşlerin birbirlerine söylemedikleri hatta kendilerine bile itiraf edemedikleri birçok şeyleri vardır. Eğer birbirlerinin bazı huylarına katlanamadıklarını veya bu huylar nedeniyle acı çektiklerini itiraf ederlerse ilişkilerinin büyük zarar göreceğini zannederler. Oysaki ilişkiye gerçek zararı veren, söylememek ve öğrenmeye çalışmamaktır. Söylenemeyen konular arttıkça, eşler arasındaki anlaşmazlık ve çatışmalar da artar. Çatışmaları bitirebilmenin iki yolu vardır. Birincisi uzlaşmak, ikincisi sorunun nedenlerini anlayıp öğrenmek ve çözmeye çalışmaktır.


Uzlaşmak, her iki tarafın da özveride bulunması demektir. Anlaşmazlığın temeline ulaşılmazsa uzlaşma geçici bir çözümdür. Her an sorun daha büyümüş olarak yeniden karşımıza çıkabilir. “Fısıltılara kulak vermeyen feryatlarla uyanır” derler. Uzlaşmayı kabullenmek ve uzlaşma düzeni içinde bir yaşam sürdürmek, eşler için kendileri olmaktan vazgeçmeleri anlamı taşır. Çünkü uzlaşma, arzu ve istekler dışında bazı şeylere katlanmayı veya bazı şeylerden vazgeçmeyi gerektirir. Vazgeçmenin hududu yoktur. Bir gün bakarsınız, o kadar çok şeyden vazgeçmişsiniz ki sizi siz yapan şeylerden hiçbiri yaşamınızda kalmamış...


İkinci ve gerçek çözüm yolu sorunu anlamaya çalışmaktır. Sorunu anlamaya çalışmak paylaşma sürecini başlatır. Taraflar duygu, düşünce ve fikirlerini ortaya koyar. Olayların neden buralara geldiği ve nasıl geliştiği araştırılır. Araştırdıkça, isteklerimize ulaşmamızı engelleyen ve çatışmaları yaratan farklılıkları keşfederiz. Yılların birikimi içinde doğan bu farklılıkların tümünde uyum sağlamak olası değildir. Ama farkları görüp farklara saygı göstererek yaşamak, insanlara, kendileri olmaktan vazgeçmeden huzur içinde yaşama olanağı verir. Her iki tarafın birlikte bir arayış içine girmesi ilişkiye arkadaşlık boyutu katar. Arkadaş olmak, eş olmak kadar anlamlıdır. Hem eş hem arkadaş olmak ise mutluluğun temelidir. O zaman evliliğe açıklık ve içtenlik içinde öğrenme duygusu egemen olur.


Geleneklerimiz anlamaktan çok uzlaşmak üzerine kurulmuştur. Anlaşmazlığı duyan herkes, “Anlaşmazlık nedenleri nedir?” diye sormadan, “Uzlaşın, sorunu bitirin” diye devreye girer. Ya “El sıkışın” der ya da önerdiği orta noktada kendisi elleri birleştirir. Sorun bitti zanneder. Bu davranışı ile tarafları daha büyük sorunlara gebe bıraktığını bilmez.


Siz uzlaşmayı veya orta yolu hiç seçmeyiniz. Anlayarak ve öğrenerek mutlu olmayı deneyiniz.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.