Ortaokula başladığım günlerde, Bahattin isimli zeki ve çalışkan bir arkadaşım vardı. Ticaret Lisesi yarım gün olduğu için öğleye kadar okula gelir, öğleden sonraları seyyar satıcılık yapardı. Okulumuz eski bir Ermeni eviydi; geniş avlunun ortasında fıskiyeli bir havuz vardı. Bir gün ders zili çalıp sınıfa girerken çocuklardan birisi havuzdan bir avuç su alıp Bahattin’e atmış. Bahattin de bu çocuğa... Bir o, bir diğeri derken her ikisi de sırılsıklam olmuş. Onların birbirine su atışını da müdür yukarıdan izlermiş. Açmış pencereyi “İkiniz birden odama gelin” diye bağırmış. Müdür çok sert bir insandı ve dürüstlük hayranıydı. Bahattin bunu bildiği için kıvrak zekâsıyla hemen bir plan kurmak istemiş. Arkadaşına “Müdürün yanına gidince, ‘Öğretmenim su atmayı önce ben başlattım, arkadaşımın bir suçu yoktur’ diyeceğim. Sen de ‘Hayır öğretmenim İlk ben attım suç benim’ dersin. Müdür bizim bu çekişmemiz nedeniyle yumuşayabilir” diye öğretmiş. O arada müdürün odasına ulaşmışlar. Bahattin bakmış müdürün gözünden ateşler fışkırıyor. Hemen söze başlamış “Öğretmenim su atmaya ilk ben başladım. Arkadaşımın suçu yoktur” demiş. Arkadaşı “Evet öğretmenim ilk o başlattı suç onundur” deyince müdür iyice kızmış. “Ben her ikinizin de nasıl su attığını gördüm. Arkadaşını suçlayarak kurtulacağını zannediyorsun” diye kızgınlığı biraz daha artmış. Bahattin’e ise “Bir daha yapma” deyip göndermiş.
Pek çok insan yaşamında ters giden şeyler için başkalarını suçlama yolunu tutar. Başkalarını suçlamak aczin, beceriksizliğin veya akıl noksanlığının ifadesi sayılır. “Bu hataya arkadaşım neden oldu” diyen insana sormak gerekir: “Sen neden düşünmedin, neden seçimini kendin yapmadın? Sen her halde doğruyu bilmiyor karar veremiyorsun ki kararı ona bıraktın”. Her insan kendi doğrusunu ancak kendisi bulabilir. Eğer başka birisine “Benim için doğru olanı sen bul” derseniz veya belli bazı kararları ona bırakırsanız; suçlamadan sonucuna katlanmanız gerekir.
Boşanmak üzere olan iki arkadaşımız var. Yıllarca çok güzel günler geçirdiler. Biz de hep onlarla olan arkadaşlığımızdan büyük memnunluk ve sevinç duyduk. Üç aydan beri ilişkileri iyi değil, ayrılmak için dava açmışlar. Aralarına girip yatıştırmak, barış sağlamak istedik. Her ikisi birden birbirlerini o kadar ağır suçluyorlardı ki hayretler içinde kalıp geri çekildik. Evlendikleri ilk günlerde önemli maddi sorunları vardı. Her ikisi büyük sorumluluk duygusu içinde yükü birlikte taşıdılar. Allah onların bu güzel çabalarını karşılıksız bırakmadı. Evleri, otomobilleri, yazlıkları... Her şeyleri oldu. Daima onları örnek bir çift olarak görürdük. Bir küçücük kıvılcım yirmi yıllık mutluluklarını yıktı. O küçücük kıvılcıma dayanmaları, çeyrek asra yaklaşan birlikteliği korumaları gerekirdi ama yapmadılar. Akıl almaz biçimde birbirlerini suçluyorlar. Eşler aralarında yaşanmış her olayı kendi yönünden yorumluyor; karşı tarafı suçlu, kendini kurban gösteriyor. İşin garip tarafı birlikte yaşadığımız ve tüm detaylarını bildiğimiz olaylarda bile öyle yanlı yorumlar yapıyorlar ki biz, “Acaba onlar farklı bir olayı mı anlatıyorlar” diye şaşırıyoruz.
Suçlama; korkunun, cesaretsizliğin, özgüven eksikliğinin, aşağılık kompleksinin sonucudur ve gerçek anlamda suçluluğun ifadesidir. Suçlu olmayan insan karşı tarafı suçlama gereği duymadan kendini ifade etme yolunu seçer. Bir suçun oluşumunda payı olan insan, eğer korkak ve özgüvensiz ise daha da küçülür ve suçu karşı tarafa yükleyip kendini suçsuz çıkarmaya çalışır. İnceleyiniz, derinine inip bakınız; karşı tarafı suçlayan her insan kendi suçunu itiraf ediyor demektir.
YORUMLAR