Herkes tarafından büyük bir hevesle beklenen yaz mevsimi, yerini artık sonbahara bıraktı. Bu mevsim geçişlerinin şüphesiz en zorlu yanı da beraberinde getirdiği grip, bronşit ve soğuk algınlığı gibi hastalıklardır. Bu geçişi sağlıklı bir şekilde atlatabilmenin ve bütün kışı zinde geçirebilmenin en önemli yolu da doğru beslenmekten geçiyor. Çünkü özenli ve doğru beslenme, bağışıklık sistemini güçlendirerek hastalık ihtimalini azaltırken, mevcut rahatsızlıkların iyileşme hızını da artırıyor.


Bugünlerde vücudumuz sıcak-soğuk geçişine alışmaya çalışıyor. Serinleyen havalara rağmen yazlık kıyafetlerini raflara kaldıramayan ve sonbaharın gerektirdiği beslenme düzenine geçemeyen kişilerin de gribal hastalıklara karşı vücut direncinde bir zayıflama yaşanıyor. Bu hastalıkları önleyebilmek için ise sağlam bir bağışıklık sistemi gerekiyor. Güçlü bir vücut direncine sahip olmanın yolu da mevsime uygun beslenmekten geçiyor.


Sonbahar hastalıklarından korunmak için neler yapılmalı?


Central Hospital’dan Beslenme ve Diyet Uzmanı Dyt. Buket Yavuz Koçoğlu, sonbaharda vücut bağışıklık sisteminin gribal hastalıklara karşı güçlendirilmesi için yapılması gerekenleri anlatıyor.


Sonbaharda hakim olan yağmurlu ve kapalı havalar bazı insanlar için mutsuzluk sebebidir. Bu kişilerin genellikle sonbahar aylarında şeker oranı yüksek gıdalarına tüketimine yöneldiğini gözlemliyoruz. Bununla orantılı olarak doğru beslenmeden uzaklaşanların vücut direncinde de düşüş yaşanıyor. Sonbahar mutsuzluğunu kontrol altına alabilmek için özellikle B vitamini bakımından zengin tam tahıllar, kuru baklagiller, yeşil yapraklı sebzeler, et ve süt ürünlerinin tüketilmesi gerekiyor.


Sonbaharda su içmeyi unutmayın

Sonbaharda beslenmeyle ilgili dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan biri de su tüketimidir. Çünkü artan yağışlar ve soğuyan havayla birlikte kişiler sıcak içeceklere rağbet ediyor. Bu durum da su tüketiminin unutulmasına neden olabiliyor. Ayrıca havaların serinlemesiyle yaşanılan susuzluk fark edilemeyebiliyor. Çay, kahve gibi sıcak içecekler suyun yerini tutmadığı gibi, aksine vücuttan su atılmasına yol açarak daha fazla su ihtiyacı oluşturuyor. Eğer bu gibi içeceklerin tüketiminden uzak durulamıyorsa, daha fazla su içmeye dikkat edilmesi gerekiyor. Günde en az 1,5 litre su içilmesi uygundur. Fakat çay, kahve gibi içeceklerin tüketimi fazla ise bu miktar arttırılmalıdır.


Güne taze portakal veya greyfurt suyu ile başlayabilirsiniz

Sonbahara geçerken insanların vücut direncinde ciddi bir düşüş görülür. Vücut ise halsizlik, yorgunluk ve baş ağrısının yanı sıra, soğuk algınlığı, nezle, grip, bronşit gibi gribal hastalıklara karşı daha açık hale gelir. Bu sebeple, bağışıklık sisteminin de gribal hastalıklara karşı güçlendirilmesi büyük önem taşır. Bunun için de vitamin ve mineral değerleri yüksek yiyeceklerle beslenmeye özen gösterilmesi gerekir. Bilhassa et, süt, sebze, meyve ve tahıllardan oluşan besin grupları yenmelidir. C vitamini vücutta bulunan zararlı maddelerin atılmasını sağladığı için sonbaharda bol bol C vitamini içeren meyve ve sebzeler tüketilmelidir. C vitamini kaybını önlemek için de taze sıkılmış meyve suları içilmelidir. Örneğin; güne taze portakal veya greyfurt suyu ile başlanabilir. Ayrıca antioksidanlar da vücudun direncinin yükseltilmesinde büyük pay sahibidir.


Antioksidan kaynağı besinler sofradan eksik edilmemeli

Antioksidan özelliği taşıyan yiyecekler, bazı ciddi hastalıkların önüne geçebildiği gibi, vücuda serbest radikallerin girişini de önler. Bu yiyecekler ayrıca, vücutta mevcut olan radikallerin vereceği zararların önüne geçerek, onların vücuttan atılmasını sağlar. Sonbaharın en önemli antioksidan kaynakları ise şu şekildedir.


A vitamini: Yeşil yapraklı sebzeler, havuç, bal kabağı, yumurta ve balık,


C vitamini: kuşburnu, maydanoz, yeşilbiber, karalahana, karnabahar, limon, mandalina ve greyfurt,


E vitamini: Badem, ceviz, fındık gibi yağlı tohumlar ve bitkisel yağlar,


Magnezyum: Badem, ceviz, fındık, fıstık, muz, kurubaklagiller, tahıllar, yeşil yapraklı sebzeler,


Selenyum: Deniz ürünleri, et ürünleri ve sarımsak,


Çinko: Badem, ceviz, kurubaklagiller, bulgur, süt, yumurta, balık ve et.


Bu antioksidan kaynağı gıdaların mutlaka beslenme alışkanlıkları arasına katılmasını sağlamak gerekir. Örneğin; sabah kahvaltısında yumurtanın yanında maydanoz, yeşilbiber ve tam tahıllı ekmek bulunmalıdır. Ara öğünlerde ise meyvenin yanında küçük bir avuç badem ya da ceviz tüketilmelidir. Ayrıca tüketilen meyvenin yanı sıra sebzelerin de mevsimine ait olmasına özen gösterilmelidir. Çünkü her meyve ve sebze insanları içinde bulundukları mevsimin hastalıklarına karşı koruyucu içeriklere sahiptir.


Vücut performansını artırmak için balık ve kuru baklagil yenmeli

Sonbaharda aşırı üşümelerin önüne geçebilmek ve bağışıklık sistemine destek sağlayabilmek için zencefil, zerdeçal, kekik ve karabiber gibi baharatların da kullanımına özen gösterilmelidir. Eğer bu baharatlar yemeklerde tüketilemiyorsa mutlaka çaylara eklenmelidir. Sonbaharda özellikle ara öğünlerde küçük bir avuç badem, fındık, mandalina gibi meyveler de tercih edilmelidir. Haftada 2 kere balık, 1 kere de kuru baklagil tüketerek vücut performansı artırılabilir.


Probiyotik gıdalar beslenme alışkanlığına eklenmeli

Probiyotikler, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde büyük öneme sahiptir. Bu nedenle mevsim geçişine ve beslenmeye bağlı olarak oluşan bağırsak problemlerini en aza indirebilmek için beslenme alışkanlığı içinde muhakkak probiyotik gıdalara yer açılmalıdır. Yoğurt, kefir ve turşu önemli probiyotik kaynaklarındandır. Sütten daha fazla probiyotik içeren kefir, sindirim sisteminde bulunan bakteri ve mikropların temizlenmesine katkı sağlar. Kefir ayrıca, antibiyotik özelliği taşırken, yüksek kalsiyum ve magnezyum içeriği ile kemik sağlığının korunmasına destek olur.


Dikkat için düzenli beslenme ve yeterli uyku önemli

Sonbahar ayına girerken vücutta yorgunluk, halsizlik ve stres gibi çeşitli belirtiler ortaya çıkabilir. Bu dönemde yeterli uyku alınmadığında konsantrasyon ve performans düşüklüğü gibi durumlarla karşılaşılabilir. Ayrıca vücut, mevsim değişikliği döneminde enerji gereksinimi duyar. Bu enerji ihtiyacını da yiyeceklerle karşılamaya yönelinir. Fakat enerji ihtiyacını kapatmak amacıyla genellikle karbonhidratlı yiyecekler tüketilir. Böylece dengeli beslenemeyen vücudun bağışıklık sistemi zayıflar.


15-20 dakika güneşte durulmalı

Sonbahar ayı her zaman yağmurlu ve kasvetli olmuyor elbette. Güneşin yüzünü gösterdiği günlerde yazın vücudun depoladığı D vitamini seviyesini dengede tutabilmek için mutlaka güneş ışınlarından faydalanılmalıdır. Bu dönemde yalnızca yüz ve kolların ön kısımlarının en az 15-20 dakika kadar güneşlendirilmesi yeterli olacaktır. Küçük ama etkili bu uyarılar dikkate alınarak kontrol elden bırakılmadığında keyifli ve zinde bir mevsim geçişi sağlanabilir.



En sık görülen sonbahar hastalıkları nelerdir?


Acıbadem Beylikdüzü Cerrahi Tıp Merkezi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Murat Özışık sonabhar hastalıkları hakkında bilgiler veriyor.


Hava sıcaklığında ani düşüş, hava kirliliği, kapalı ve kalabalık mekanlarda geçirilen uzun zamanlar, toplu taşıma araçları derken bunu fırsat bilen virüsler çevremizi kuşatıyor. Doğanın kendini kışa hazırlamak için yaşadığı dönüşüm, özellikle büyük şehirlerde yaşayanları olumsuz etkilerken üstüne üstlük okulların açılmış olması ve kapalı mekanlar mikropların kolayca bulaşmasına fırsat veriyor.


Üst solunum yolu hastalıkları

Sonbaharda vücudun bağışıklık sisteminin zayıflamasının da etkisiyle, damlacık yoluyla bulaşan üst solunum yolu enfeksiyonları (nezle, grip, farenjit, tonsillit, sinüzit) daha yaygın hale geliyor. Kuru hava, aşırı çalıştırılan ısıtıcılar ve kalabalık alışveriş merkezlerindeki klima sistemleri de solunum yolumuzdaki mukozal koruma bariyerine zarar veriyor ve bizi enfeksiyonlara daha açık hale getiriyor. Hava sıcaklığına uygun giyinip rüzgara ve yağmura maruz kalmayarak, mevsim sebze ve meyvelerini yeterince tüketerek, bol su içerek, özellikle ellerimizi sık sık sabunla yıkayarak, pencereleri düzenli aralıklarla açıp ortamı havalandırarak üst solunum yolu hastalıklarına karşı önlem almak mümkün.


Kronik hastalıklar

Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) olanlar, astımlılar, diyabetikler, kanser nedeniyle kemoterapi gören hastalar üst solunum yolu enfeksiyonlarına karşı daha duyarlılar ve bu kişilerde enfeksiyonlar bronşit ve zatürre gibi daha ciddi alt solunum yolu enfeksiyonlarına kolayca dönüşebiliyor. Astım ve KOAH atakları meydana gelebiliyor. Bu nedenle kronik hastalıkları olanların sonbaharda grip aşısı yaptırmaları ve belirli periyotlarda zatürre aşısı olmaları özellikle önem taşıyor.


Sindirim sistemi hastalıkları

Yapılan çalışmalarda gastrit, mide ülseri, sindirim sistemi kanamaları ve huzursuz bağırsak sendromu gibi sindirim sistemiyle ilgili bazı hastalıkların geçiş mevsimlerinde özellikle ilkbahar ve sonbaharda arttığı görülüyor. Beslenme alışkanlıklarının, uyku saatlerinin değişimi, yaşam şartlarının yaza göre zorlaşması, stres ve sorumluluk yükünün artması, gün ışığından faydalandığımız saatlerin azalması gibi etkenler vücudumuzda bazı değişikliklere ve strese yol açıyor. Bu adaptasyon süreci içinde vücut bu değişimlere uyum sağlamazsa sindirim sitemiyle ilgili sıkıntılar artıyor. Bu nedenle sonbaharda da mümkün olduğunca gün ışığından faydalanmayı, aşırı uyumamayı, düzenli spor yapmayı ve dengeli beslenmeyi ihmal etmemek büyük önem taşıyor.


Depresyon

Yazın açık havada geçirilen zamanlar, denizler, ormanlar, parklar sonbaharla birlikte yerini ev ve işyeri arasındaki kısır döngüye, trafik stresine, artan iş yüküne, çoğunlukla televizyon başında geçirilen zamana bıraktığında buna yönelik savunma mekanizması geliştiremeyen kişilerde sonbahar depresyonuna girme ihtimali artıyor. Oysa doğanın sonbaharla birlikte apayrı bir güzelliğe bürünmesine kayıtsız kalmamak, yürüyüş ve hafta sonu dışarıda zaman geçirmeyi ihmal etmemek, yağan yağmurlardan sonra etrafı saran toprak kokusunu içine çekmek doğal antidepresan görevi görüyor. Bu nedenle hafta sonları alışveriş merkezlerine gitmek yerine doğadaki bu değişime tanıklık edebileceğimiz mekanlarda bulunmak, gün ışığından mümkün olduğunca yararlanmak ve düzenli beslenme, egzersiz ve uykumuzu ihmal etmemek çok önemli.


Migren ve baş ağrıları

İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Murat Özışık, mevsimsel değişiklikler, hava basıncı ve nem değişiklikleri ile özellikle güney batıdan esen lodosun baş ağrıları ve migren ataklarını tetikleyebildiğini belirterek “Ülkemizde bununla ilgili lodoslu havalarda migren ataklarının arttığı tespit edilmiştir. Yapılan araştırmalarda aslında baş ağrısının nedeninin esintinin kendisi değil rüzgarla birlikte gelen havadaki biyolojik aktif partiküller, tozlar ve kirler olduğuna dair veriler mevcuttur” diyor. Dr. Murat Özışık, mevsime uygun giyinmenin, rüzgarlı havalarda yüzümüzü ve başımızı korumanın, bazı iklimsel değişikliklerle tetiklenen hastalığımız varsa bu gibi havalarda tedbirli olmanın yaşam kalitemizi artırabileceğini vurguluyor.


Hangi vitamin hangi besinlerde bulunur?


Mevsim geçişlerinde gribe dikkat!


Memorial Antalya Hastanesi Kulak Burun Boğaz Bölümü’nden Op. Dr. Hasan Yılmaz, gribin nasıl bulaştığı, tedavisi ve korunma yolları hakkında önemli bilgiler verdi.


Yüksek ateş, baş ağrısı, yaygın vücut ağrısı ile seyreden gribe, influenza virüsleri neden olur. Hastalığın bulaşıcılığı, belirtilerin görülmesinden 1 gün önce başlar ve 7 gün süresince devam edebilir. Enfeksiyon esasen öksürme, hapşırma, konuşma ve solunum yolu salgılarının ağız, burun mukozası ve göze teması ile yayılır. Öksürük ya da hapşırık sırasında ağız ellerle kapatıldığında virüs ellere, oradan da dokunulan çeşitli yüzeylere bulaşır. Hasta olmayan insanlar bu yüzeylere elle temas eder, ellerini ağızlarına, burunlarına ve gözlerine temas ettirir ve hastalık etkenini alırlar. Bir metrelik mesafe bulaşma için riskli alandır. Virüs 0-4 °C arasında haftalarca canlılığını sürdürebildiği için kış aylarında daha sık enfeksiyon oluşturur.


Uzman kontrolünde tedavi olun

Gribal enfeksiyon tedavisinde burnun açık tutulması büyük önem taşır. Burun kapalı olduğunda sinüsler boşalmadığından grip tedavisi daha zor olan sinüzit enfeksiyonuna neden olabilir. Grip ayrıca östaki borusu tıkanıklığına da yol açarak orta kulak enfeksiyonlarına da dönüşebilir. Bu nedenle grip mutlaka uzman doktor gözetiminde tedavi edilmelidir. Grip tedavisinde istirahat etmek oldukça önemlidir. İstirahat süresinin bulaşmayı önlemek için hastalık belirtilerinin geçmesinden bir gün sonrasına kadar sürmesi gerekir. Bol sıvı alınmalı, beslenmeye dikkat edilmeli ve sigara içmemelidir.


Gripten aşıyla korunun

Aşı olmak, gripten korunmada en etkili yollardan biridir. Aşı yapıldıktan 2-3 hafta sonra vücut influenza virüsünü tanıyarak mücadele edip hastalık oluşumunu önleyebilir. Aşı canlı virüs içermediği için gribe sebep olmaz. Yaş ve kronik hastalıklar nedeniyle risk grubunda bulunan kişilerin, kalabalık ortamlarda çalışanların ve gribe yakalanmak istemeyen herkesin grip aşısı olması gerekir. Grip aşısıyla gripten yüzde 100 korunma sağlandığı söylenemez. Ancak grip aşısı, binlerce grip mikrobu içerisinden sadece bir yıl önceki en sık karşılaşılan grip mikrobuna karşı koruyucudur. Aşı olunduktan sonra farklı bir virüse maruz kalınırsa gribe yakalanılması mümkündür.


Gribe yakalanmamak için şu önerilere dikkat edin:


  • Mevsim geçişlerinde hava sıcaklığına aldanmayın, tedbirli giyinin.
  • Gribal enfeksiyonu olan kişilerle yakın temas halinde bulunmayın.
  • Eğer gripseniz avuç içinize hapşırmayın. Tek kullanımlık kağıt mendil ya da peçeteyle ağzınızı kapatın.
  • El hijyenine özen gösterin. Ellerinizi şüpheli yüzeylere temastan hemen sonra ve kış aylarında normal zamana göre daha sık yıkayın.

Grip aşısı kimlere yapılmalıdır?


Koku almanızı engelleyen 3 sonbahar hastalığı


Yaşam güvenliğimizi sağlamada bir çeşit erken uyarı sistemi, sağlıklı besinleri seçmemizdeki en büyük yardımcı, kişisel hijyenimizin vazgeçilmezi ve elbette ki tat ya da daha doğru tanım ile lezzet alabilmemizin olmazsa olmazı... Hepimizin hayatında bu denli önemli olan ise bir duyumuz. İnsanoğlunun var oluşundan beri kullandığı 5 duyu organından biri olan koku duyusu... Koku alma duyusunda problem yaşayan kişiler, yaşam kalitesinde azalma, unutkanlık, hafıza kaybı, ev kazalarında artış, cinsel isteksizlik, kilo kaybı hatta depresyon gibi durumlarla karşı karşıya kalabiliyor. Dolayısıyla koku alamama, yaşam kalitesini ciddi oranda etkileyen önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.


Herkesin başına gelebilecek bir durum olan koku alamamanın nedenlerinin başında burun tıkanıklığı geliyor. Grip, nezle gibi viral enfeksiyonlar veya sinüzit gibi burun tıkanıklığına neden olacak allerjik ya da bakteriyel enfeksiyonlar sonrasında geçici olarak koku alma duyusunda kayıp yaşanabiliyor. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, mevsim geçişlerinde yaşanan hastalıklar sonrasında oluşan koku kayıplarının kalıcı hale gelebileceği...


Acıbadem Taksim Hastanesi Kulak, Burun, Boğaz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Aytuğ Altundağ, özellikle içinde bulunduğumuz sonbahar ayları gibi mevsim geçişleri dönemlerinde koku duyusunda değişime neden olan hastalıkları sıraladı...


1- Üst solunum yolu enfeksiyonları

Koku duyusunun sonradan kaybedilmesinin en önemli nedenlerinin başında üst solunum yolu enfeksiyonları geliyor. Yaşanan ani kayıpların sıklıkla virüslerden kaynaklandığını söyleyen Doç. Dr. Aytuğ Altundağ, “Normal şartlarda, nezle grip gibi üst solunum yolu enfeksiyonları nedeniyle bir süre koku alınamaması normaldir. Ancak burnun açılmasına rağmen bu durumun hala devam etmesi, virüsün koku soğancığını etkilemiş olabileceğine işaret ediyor” diyor. Gribal enfeksiyonların yüzde 1’inde koku bölgesi zedeleniyor. Ve bu koku sorununa yakalananların 10’da birinde de koku kaybı kalıcı hale geliyor. Bu durumda ülkemizde her yıl pek çok insan gribal enfeksiyon sonrası koku duyusunda geçici ya da kalıcı, kısmi ya da tam kayıp yaşıyor.


Ani koku kayıplarında erken tanının çok önemli olmasına karşın hastaların genelde birkaç ay geçtikten sonra tedavi için başvurduklarını söyleyen Doç. Dr. Aytuğ Altundağ, “Gripten sonra hala koku almakta zorlanılıyorsa zaman kaybetmeden doktora giderek koku testi yaptırması gerekiyor” diyor. “Bu başvuru süreci ne kadar erken olursa tedavinin başarısı da o oranda yüksek olacaktır” diye de belirtiyor.


Kendiliğinden iyileşmesini beklemeyin

Bu noktada ikinci hata ise bu durumun kendiliğinden iyileşmeye bırakılması oluyor. Bu durumda, vücut iyileştirmeye çalışsa da yanlış bir iyileşme olabiliyor. Koku alma duyusu geri geldiğinde algının değişebileceğini söyleyen Doç .Dr. Aytuğ Altundağ, “Hastaya nane koklattığımızda o bunu sarımsak olarak algılayabiliyor. Bu durumdaki hastalara da koku terapileriyle rehabilitasyon gerekiyor. Yani medikal tedavinin rehabilitasyonla birlikte yürütülmesi gerekiyor” diyor. Koklama egzersizleri bu rehabilitasyon sürecinde çok önemli bir yer tutuyor.


2- Alerjik nezle

Mevsim geçişlerindeki kayıpların en önemli nedenlerinden biri olan alerjik nezle, zamanla kalıcı koku kayıplarına ortam yaratabiliyor. Sıklıkla alerjik hastalıkları olan kişilerde, polenlerin ya da alerjenlerin artmasına bağlı olarak yaşanan burun tıkanıklıkları koku duyusunda da azalmaya neden oluyor. Ayrıca alerjik salgılar içerisindeki bazı maddelerin koku hücreleri üzerinde hasar yaptığını anlatan Doç. Dr. Aytuğ Altundağ, “Bu ataklar sıklaştıkça toksik etkiye bağlı olarak hasta koku hücrelerinin bir kısmını kaybetmeye başlıyor. Dolayısıyla uzun süren burun tıkanıklığında koku sinyalinin azalmasına bağlı olarak koku soğancığının hacmi küçülüyor ve kalıcı koku kaybı gelişme ihtimali artıyor” diyor.


Bu nedenle mevsim geçişlerinde koku kayıpları artmışsa, öncelikle tıkayıcı nedenlerin ortadan kaldırılması gerektiğini söyleyen Doç. Dr. Aytuğ Altundağ, “Alerjik bir sorun nedeniyle koku alma duyusu azalma tespit edilen hastaya önce ilaç tedavisi veriliyor. Bu şekilde hastada rahatlama sağlanamıyorsa veya hasta sürekli ilaç kullanmak istemiyorsa burun eti lazerle küçültülerek hem daha rahat koku, hem de daha iyi nefes alması sağlanıyor” diyor.


3- Sinüzit

En önemli koku kayıplarından biri de sinüzit. Mevsim geçişlerinde özellikle klima ayarlarındaki farklılıklar, hava değişimleri gibi birçok nedene bağlı sinüzit vakalarında artış yaşanıyor. Bu hastalarda, sinüsler iltihaplandığından koku alanının üzerindeki salgı miktarı artıyor. Aynı zamanda koku alanına ulaşmasını engelleyen tıkanıklıklar nedeniyle koku alma duyusu azalıyor. Yaşanan sinüzit ataklarının sıklığı ve tedavilerinin gecikmeleriyle orantılı olarak koku bozukluğunun da dirençli hale gelme ihtimali artıyor. Bu hastalarda da önce ilaç tedavisiyle başlanıyor. Yanıt alınamazsa cerrahi yönteme başvuruluyor.



Sonbaharda görülen baş ağrısı için ne yapmalı?


Mevsim geçişleri migren hastalarının hayatını kabusa çeviren atakları tetikliyor. Bulantı, kusma, ışığa ve sese aşırı duyarlılık gibi belirtiler ile herhangi bir baş ağrısından farklılaşan migren, sıcak havaların yavaş yavaş düştüğü sonbahar aylarında kendini daha fazla gösteriyor.


Anadolu Sağlık Merkezi Algoloji Uzmanı Prof. Dr. Ayşen Yücel “Bazı hastalar sıcaktan, bazıları ise soğuktan olumsuz etkilenebiliyor. Migren atakları 3 güne kadar sürebiliyor” dedi.


Nörolojik bir hastalık olan migrenin birçok dış etken sonucunda tetiklenebildiğini ve yiyecek-içeceklerden, yaşam tarzına kadar uzanan listede mevsimsel değişikliklerin de önemli bir yer aldığını vurgulayan Algoloji Uzmanı Prof. Dr. Ayşen Yücel “Hastalığın seyrinde günlük hava değişiklikleri etkili olabiliyor. Hastaların pek çoğu lodoslu havalarda migren atağı yaşadıklarını belirtiyor. Ancak migren atağı sadece rüzgâr, hava değişikliği ya da basınç farkının yarattığı etkilerle ortaya çıkmıyor. Örneğin lodosta ağrıyı tetikleyen esinti değil, hava ile birlikte taşınan tozlar, çeşitli partiküller ve kirler” şeklinde konuştu.


Migren genetik temelli bir hastalık

Migreni olan kişide zaman zaman tekrarlayan, çoğunlukla şiddetli, tek taraflı, zonklayıcı, baş hareket ettirildiğinde artan baş ağrısının oluştuğunu belirten Prof. Dr. Ayşen Yücel “Migren genetik temelli bir hastalık. Ancak bu genlere sahip olmak demek, kesinlikle migrenin ortaya çıkacağı anlamına gelmiyor. Kadın olmak da ayrıca migrenin görülme riskini üç kat artırıyor. Migren kadınlarda en çok 30’lu yaşlarda ortaya çıkıyor. Kadının ilk doğumundan sonra migrenle tanışması da oldukça sık karşılaşılan bir durum” açıklamasında bulundu.


Kadınlar adet döneminden önceki baş ağrılarını doğal görüyor

Migrenin kadınlarda sık görülmesinin temelinde, kadınlık hormonundaki dalgalanmaların önemli bir payının olduğunu söyleyen Prof. Dr. Yücel “Hormonal olarak aktif olunan dönemlerde, ataklar çok daha güçlü bir şekilde gelebiliyor. Bazı kadınlar adet döneminden bir-iki gün önce yaşadıkları atakları, sürecin doğal parçası olarak düşündükleri için hekime başvurmuyor. ‘Adet migreni’ olarak adlandırılan bu durum her dört kadından birinde görülüyor. Özellikle de 30-35 yaş arasında bu sıklık üç kadından biri migrenli olacak şekilde artıyor. Erkeklerde ise bu oran 12’de 1. Migren atakları kadınlarda ortalama 1.5 gün, erkeklerde de bir gün sürüyor” dedi.


Migren her zaman bir uyaran tarafından tetiklenir

Hormon dalgalanmalarının da migreni tetiklediğini ve bu durumun kadınlarda adet döneminde atak yaşanmasına sebep olabildiğini anlatan Prof. Dr. Ayşen Yücel “Migren her zaman bir uyaran tarafından tetiklenir ancak aynı uyaran tarafından her seferinde tetiklenmek zorunda olmayan bir hastalıktır. Aynı kadında mevsim değişikliği gebelikte sorun yaratmazken, gebelik sonrasında tetikleyici olabiliyor. Koşullara göre kişinin tetiklenme eşiği düşüyorsa daha kolay tetikleniyor, eşik yükseliyorsa bu risk azalıyor. Bir kişi için tek başına bir tetikleyici yeterli olurken, bir başkası için iki tetikleyicinin bir arada olması atağı başlatabiliyor” şeklinde konuştu.



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.