Pazartesi günleri biz de herkes gibi sabah erkenden kalkıp üstün körü bir kahvaltı ettikten sonra çocuklarımızı peş peşe servislerine bindirip okullarına gönderiyorduk o günlerin üzerinden çok zaman geçti. Ama pazartesi sendromunu hâlâ hissediyorum desem inanır mısınız?


Haftanın o ilk günü işe gitmesek de iliklerimize kadar işlemiş sistemin alışkanlıkları içimizde yaşıyordu. Evden çalıştığımızı daha önce ki yazılarımda belirtmiştim. Eşim 18 yıldır homeofis çalıştığı için çocuklar hiç işe gidip gelen bir anne ve baba ile karşılaşmadılar. Bizim evde olmamız onların normali.


Dolayısıyla biz okulsuzluk sürecinin başında çocuklarla sürekli birlikte olmaktan dolayı çok büyük bir zorluk yaşamadık. Aile dinamiklerimiz daha farklı olsaydı aile olarak hep birlikte yaşama fikri elbette zorlayıcı olabilirdi. Eşim işi gereği yüksek bir konsantrasyon ile çalışmak zorunda, dolayısıyla çocuklarla ilgilenmesi ve ihtiyaçlarına cevap vermesi gereken kişi ben oluyorum. Çocuklar yaşları gereği evdeki ritmi de iyi bildikleri için gün içerisinde zaten genellikle kendi odalarında meşgul oluyorlar.


Bugün biraz dil öğrenmek ve Waldorf Sanat eğitimiyle ilgili deneyimlerimizi paylaşmak istiyorum.


Çocuklarımız Almanya’da doğdular ve biz başından beri çift dil ile büyümelerini istedik. Eşim hep Almanca ben de hep Türkçe konuştum. 1 dil 1 lisan metodunu zor olsa da bu yöntemi istikrarlı bir şekilde uyguladık.


10 yıldır Türkiye’de yaşamamıza rağmen her sene Almanya’ya yaptığımız gezilerin çocukların oradaki sosyal ve kültürel yaşamı deneyimlemelerine büyük katkı sağladığını düşünüyorum. Her iki kültürde de kendilerini var edebilecek yaşam tecrübeleri kazandılar. Globalleşen dünyada artık herkesin İngilizce bilmesi ve hatta ikinci bir dil daha bilmesi elbette çok büyük önem kazandı.


Özellikle dijital yerliler nesli, bizim neslimizden farklı olarak çok daha fazla sosyal medyayı kullanarak dünyanın her yerinden insanlarla iletişime geçebiliyorlar. Dolayısıyla farklı kültürlerle buluşma ve sosyalleşme imkanları çok daha yüksek.


Dil kullanıldıkça canlanır, pratik yaptıkça hafızamıza yerleşir, ihtiyaç duyduğumuz sürece merak ederek öğrenme sürecini tetiklenir. Bunun tabii ki bir çok metodu var. Ama sanırım en iyi yöntem "eski usül" yöntem. Bir partner ile konuşmak, yüz yüze iletişim kurmak belki en kolay ya da en zor yöntem. Dolayısıyla anadili İngilizce olan biriyle birlikte vakit geçirmek bana en anlamlı yöntem gibi geldi.


Bulunduğumuz yer de aslında İstanbul kadar kosmopolit bir yer. Dünyanın birçok farklı yerinden buraya taşınmış arkadaşlarımız var. Onların çocukları ile İngilizce konuşmak bizim çocuklarımız için harika bir fırsat yarattı. Ve yine büyük bir şans eseri Amerikalı bir Waldorf Sanat eğitmeninin çocuklara evini açması ile birlikte bir ingilizce grubumuz oldu.


Buna ilaveten bizim çocuklarımız haftanın bir günü de Waldorf eğitmeni evinde sanat tarihi ve mitoloji çalıştılar. Bunları doğal bir akışta çocuklara akademik anlamda herhangi bir şekilde ingilizce öğretmeyi hedeflemeden yaptı Jackie.


Waldorf eğitim yaklaşımına dayanarak mevsim döngülerini çalıştılar, bunlara mitolojik hikayeler eşlik etti. Mısır, Yunan ve Hint mitolojilerini sanatsal etkinliklerle öğrendiler. Birlikte yakındaki bir köyün deresinde yürüyüş yapıp, orada kurbağaların büyüme evrelerini izlediler sonra nar çiçeğinin büyümesini resmettiler veya dere yakınından taşlar toplayıp onları ezip boya yapıp taş devri duvar resimleri yaptılar. Yakınlardaki antik kalıntıları gezdiler. Kışın şömine başında oturup, hikayeler dinlediler, bazen gitar çaldı şarkı söyledi Jackie, bahçeden topladıkları bitkilerden demledikleri çayları içtiler, birlikte pişirdikleri kurabiyeleri yediler. Gerçekten anlattığım kadar romantik ve yumuşacık bir ev sıcaklığında uzun bir süre hayatlarına çok çok değerli bir insan dokundu. Kızım zaten biraz İngilizce biliyordu. Oğlum hiç bilmiyordu. İkisi de farklı gelişim gösterdiler.


Elif, Jackie ile birlikte geçirdiği süre içerisinde İngilizcesini anadil seviyesine getirdi. Hatta bizim grubumuzu duyanlar daha küçük yaş çocuklar için bir grup kurdular ve Elif de Jacki’ye asistanlık yapmıştı bir süre. Hatta Waldorf eğitmenimiz İngilizce grubumuzdaki çocuklarla birlikte Persephone’nin hikayesini hazırlayıp tiyatro oyununu eski bir kilisede sergilediler.



Kendiliğinden ve doğal akışında dil öğrenmek için gerçekten o dilin hayatın içinde anlamlı bir yeri olması ve bir ihtiyacı karşılaması gerekiyor. Bunu sürekli canlı tutmanın ve unutmamanın en iyi yöntemi konuşmak elbette ama müzik dinlemek, filmleri orjinal dilde izlemenin de büyük katkısı oluyor. Şimdilerde Elif İspanyolca öğreniyor ve pratik yapabileceği çok yakın iki arkadaşımız var. Ortam tekrar rahatladığında sosyal mesafeyi koruyarak arkadaşlarımızla buluşabilir veya skype üzerinden çalışabilirler.


Ancak çevremizde öyle birileri olmasaydı sanırım biz de ücretli bir platform kullanırdık. Belki de ücretsiz native speaker bir konuşma arkadaşı bulacağımız bir app vardır. İlk işim bugün bunu araştırmak olacak. Eğer böyle bir uygulama henüz yoksa, işte size tam bir Start-up fikri buyurun!


Önceki bölümler...

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.