1960’lar geri dönmeyi sevdiğimiz dönemlerden... Ünlü trend analisti Vincent Gregoire ise bu dönemin kaygısız, özgür ve geleceğe odaklı bir zaman dilimi olduğunu düşünüyor. İnsanların kendini geleceğe hazırladığı bu renkli dönem maalesef sona erdi. Bugün artık hayatımızı güvensizlikler üzerine inşa ediyoruz, zira zamanın ruhu, yaşadığımız toplumun temel ilkeleri ve ‘var olma’ olgusu sarsılmış gibi görünüyor. Bu değişimin farkında olan moda dünyası da çözüm olarak bugün artık yitirdiğimiz saflık ve tazeliği simgeleyen bir döneme gitmeyi tercih etti. Bu da 60’lar oldu...


Yeni dişilik

Bu sezon tasarımcıların ilgi alanı; 1960’ların isyankar yüzü. Geçmişin toplumsal kurallarını ve geleneklerini reddeden ‘baby boomer’ kuşağın isyanından söz ediyoruz. Hatırlarsınız idealize edilen zarif burjuvazinin yerine baby-doll elbiseler giymiş, ceylan gözlük ve erkeksi bir kadın profili çizmişlerdi. Az önce tasvir ettiğimiz güzellik anlayışını temsil eden 16 yaşındaki Twiggy, dönemin en ünlü modeliydi. Twiggy’e dönemin en başarılı kadın oyuncuları Faye Dunaway, Brigitte Bardot, Jane Fonda ya da Mia Farrow kadar saygı gösteriliyordu.


Bugün ise ebedi gençliğin temsilcisi, androjen görünümlü Kate Moss moda, sinema ve müzik sektörünü istila eden bebek yüzlü modellerin önünü açtı. Bizi 1960’ların zevk tutkusuna, şuursuz tüketiciliğine, cinsel devrimine ve gençlik kültürüne geri götürdüler.


Etek boyları hiç bu kadar kısa olmamıştı

İngiliz tasarımcı Mary Quant, Carnaby Sokağı’na ve sonra da tüm dünyaya egemen olacak küçük bir kumaş parçasını efsaneleştiren ilk isimdi. Etekler hiç o denli kısa olmamıştı. İdeal kadın imajı; yaratıcılığa duyulan aşırı tutkuyla yıkılmış ve tekrar inşa edilmişti. A kesimli elbiseler ve diz üstü paltolar canlı pop renklerle adeta ‘buradayım’ diye bağırıyordu. Ayrıca teknik açıdan daha da geliştirilen materyaller, modayı bir adım daha ileri taşıdı. André Courrèges; genç tarzı Paris couture dünyasına takdim ederken, genel görünümü de düz çizmelerle tamamlamıştı. Kadınlar aktif olmak ve gün içinde birçok şeyle ilgilenmek istiyorlardı, dolayısıyla rahatsızlık yaşatan topuklu ayakkabılara tahammülleri yoktu. Zarafet ya da uyumlu giyinmek, istedikleri en son şeydi. Esas istedikleri özgürlüktü.


Modanın daha da demokratikleşmesi gerekiyordu ve öyle de oldu. Yves Saint Laurent, Christian Dior’da kısa bir dönem çalıştıktan sonra 1962 yılında kendi markasını kurdu ve hemen ardından, YSL Rive Gauche adıyla ilk hazır giyim koleksiyonunu çıkardı. Marie Claire'in haberine göre; defilelerinde de görüldüğü üzere zamanın ruhunu yakalamayı başarmıştı. Endüstriyel kıyafet üretiminin gelişmesiyle birlikte, artık modanın sınırları daha da zorlanmıştı. Kısacası fazla elitist olduğu düşünülen geleneksel şıklık anlayışından sıyrılıyordu kadınlar. Bugünün it girl’leri, bahsi geçen değişimin neslinden gelenler aslında. Esas önemli olan zevk ve tarz; zarafet değil. Günümüzün en saygı duyulan it-girl’lerinden Alexa Chung, baby-doll elbiselerini topuksuz ayakkabılarla giymeyi tercih ederek 1960’ların siluetlerinden ilham aldığını gösteriyor.


Yaratıcılık fabrikası

Genel anlamda cesaretin ön plana çıktığı 1960’lar, sanatta da yeni akımlar doğurdu, özellikle de ‘New Wave’ adı verilen Yeni Dalga akımla birlikte sinema alanında… New Wave estetiği, Nina Ricci ve Dior’un bugünkü kampanyalarında da görmek mümkün. Sundukları yenilikler ve deneysel yaklaşımlarıyla Op Art ve Pop Art akımları, yeni ilham kaynakları için fırsat kollayan tasarımcıları besliyordu. Yves Saint Laurent, 1965 yılında Mondrian elbiseyi yarattı. Aynı elbise Prada’nın bu sezonki koleksiyonuna da ilham veriyor. Tasarımcı, bir yıl sonra Andy Warhol’dan ilham alarak ve ona hürmeten ‘Pop Art’ adını verdiği bir elbise koleksiyonu çıkardı. Marc Jacobs ise bugün bir adım daha ileri giderek, koleksiyonlarını gerçek işbirlikleri yaptığı güncel sanatçıların katkılarıyla zenginleştiriyor.


Şarkıcılar ve müzisyenler, her şeyi denemek için hazırdılar ve aşırıya kaçan ya da avangarde kıyafetleri denemekten asla kaçınmadılar: Fransız şarkıcı Françoise Hardy, metalik Paco Rabanne elbisesiyle göründüğünde dünyayı şok etmişti. Mick Jagger’in kız arkadaşı İngiliz şarkıcı Marianne Faithful, Londra sokaklarında sık sık erkeksi takım elbiseleri ve mini etekleriyle boy gösteriyordu ama o zamanlar Vincent Grégoire’ın da ifade ettiği gibi, “Ünlü yıldızların hesapsız yaşadığı bir dönemdi. Özgür ve masumdular. Yaptıkları her şeyin ardında bir çeşit hassasiyet vardı.” Lady Gaga’da ise durum tamamen farklı. 2010 MTV Ödülleri’nde çiğ etten yapılmış bir elbise giyiyordu. “Her şeyin paranın etrafında döndüğü, iletişim ve pazarlama üzerine kurulu bir sistemin simgesiydi”


Yeni özgürlük

1960’ları, zamanın ruhunu yansıtan esnek bir moda anlayışı sembolize ediyordu. Bugünün tasarımcılarına kalan miras ise sadece kendi yaratıcılıklarının sınırları dâhilinde kalmayıp, zamanın ruhunu iyi anlamaları ve sokaklardan, müzikten ve televizyondan da ilham almaları gerektiği… Geçtiğimiz yaz birçok genç kadının gardırobunu; Gossip Girl dizisiyle ayyuka çıkan, Manhattanlı ‘preppy’ giyim tarzı istila etti. Chanel, Louis Vuitton ve Alexander Wang, dünya genelindeki blogger’ları takip ediyor (Paris’ten Garance Doré, Chicago’dan Tavi, Filipinler’den Bryanboy ve diğerleri) ve onları sokakların sesini temsil eden katalizörler olarak kullanıyor. Dünyanın en saygın moda şovlarının ön sıralarında oturuyor, izlenimlerini internet üzerinden anında takipçilerine iletiyor ve gerçek düşüncelerini, olumsuz olsa dahi ifade etmekten asla çekinmiyorlar. Günümüzde internet sayesinde herkes sesini duyurabiliyor ve belki de bahsettiğimiz özgürlük, 1960’lardan bize kalan en anlamlı miras.


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.