Bu yazıda 'İnsan yaşamında özgür irade var mıdır? Yoksa her hareketimiz deterministik ilkelere bağlı olarak önceden belirlenebilir mi?' sorularını bir film üzerinden ele alacağız.


2013 yılında vizyona giren, Türkçe ismiyle ‘Aşkın Frenkansları’ The OXV Manuel: Frequencies, filmin hem senaryosu ve hem de yönetmenliği Darren Paul Fisher’a aittir. Romantik bilim kurgu ve felsefe türünün ilk örneklerinden olmasıyla bir hayli ilgi çekicidir.


Film, yaklaşık 2 saatlik bir sürede; felsefe, din, kuantum fiziği, müziğin ve kelimelerin duygusal dünyamıza etkileri gibi birçok konuya değinmektedir. Konunun fazla olması sebebiyle çözümlenmeyen, havada kalan birçok detay olmasına ve çok fazla konuya değindiğinden zaman sınırlamasına takılmış olmasına rağmen, konusu ve ele alış itibariyle çok etkileyici bir filmdir. Birden fazla kez izlenmesi gereken filmlerden diye düşünüyorum.


Filmin konusuna gelirsek;

Bireylerin toplumdaki statü ve yerlerinin, taşıdığı frekanslarına bağlı olduğu bir dünyaya götürüyor.

İlkokuldayken yapılan bir sınav ile hem frekansınız hem de geleceğiniz belirleniyor. Burada ‘bilgi kaderi belirler’ görüşü üzerinde durulmaktadır. Ayrıca yapılan tek bir sınavla insanların kaderlerinin belirlenmeye çalışması günümüz bazı eğitim sistemlerine de bir gönderme yapmaktadır.


Frekansınız ne kadar yüksekse, gelecek yaşamınızda o kadar başarılı ve şanslı olmanız su götürmez bir gerçeklik olarak veriliyor. Hiçbir otobüs kaçırmazsınız, kazara herhangi bir şey kırmazsınız, katıldığınız yarışmada kazanan kesinlikle siz olursunuz. Bunları düşününce kulağa belki hoş geliyor fakat bunun yan etkileri de vardır. Normal insanlar gibi hissedemezsiniz, duygusal yönünüz bir nevi duygusal zekanız düşüktür. Düşük frekanslılık ise duygusallığın ağır bastığı bir zihni ifade eder. Bir yandan da şans sizden yana değildir, Murphy kanunları sizin için işler.





Ana karakterlerden Marie Currie yüksek frekanslı, Isaac Newton ise düşük frekansa sahiptir. İkisi bir araya geldiğinde ise aradaki frekans farkından evrenin dengesi bozulmakta ve etraftaki birçok şey ters gitmektedir. Bu sebeple yalnızca bir dakika bir araya gelebilmekteler.


Isaac (Zak), Marrie’den hoşlanırken, frekansı düşük olmasına rağmen film boyunca Marrie ile bir araya gelmeye çalışır. Marrie ise duygusal olarak hissedemeyen biri olduğundan tüm bu bir araya gelmelere deney olarak bakar. Hatta bazen duygularını ifade etmesi gerektiğinde, bunları bilmediği için etrafındaki insanlarının mimiklerini taklit ederek tepki verir. Her ne kadar bir araya gelmeyi deneseler de her seferinde aynı şeyler yaşanır. Film bu kısımları ile gerçekten bilginin kaderi belirlediğine bizleri inandırır.


Bu durum Laplace Şeytanı teorisiyle açıklanmaktadır. Örneğin; paraya uygulanan kuvvet, uygulama noktasını, kütlesini, kütle merkezini, esneklik katsayısını yani tüm bilgileri bilirseniz, yazı ve turadan hangisinin geleceğini bilirsiniz.


Bir yandan Zak, arkadaşı Theo ile bu durumu değiştirmek üzerine deneyler yapmaktan vazgeçmemektedir. Bu deneyler sırasında kelimelerin gücünü keşfederler. Kelimeler ile doğayı manipüle etmek, filmdeki metaforlardan sadece biri.


Zak, Marie ile bir araya geldiğinde, belirli anlamsız kelimeleri söyleyerek frekans bozulmaları dizginlemeyi başarır. Böylece frekansları birbirlerine yaklaşarak, doğanın da stabilitesini korumasını sağlamış olurlar. Zak böylelikle frekansların aslında değiştirilebilir olduğunu göstererek yüksek frekansın kader olmadığını kanıtlar.


İşin içerisine bir de müzik dahil edilir. Theo’nun babası Odorno, Mozart’ın bir bestesini çalarak, evrensel senfoninin insan bioenerjisini aşağı ya da yukarı çekebildiğini hatta dünyanın dengesini bile değiştirebildiğini, müziğin ve kelimelerin kitleler üzerindeki etkisini anlatıyor. Bunu ‘Mozart çalarken hepimiz aynı frekanstayız’ ile izleyiciye veriyor.


Böylelikle filmin başlarında doğuştan belirlenmiş bir kader var ve bilgi de bu kaderi belirler fikri üzerinden giderken kelimelerin gücü ve müzikle, insanın özgür iradesine ve kaderinde rolü olduğu fikrini akıllara yerleştirir. Yaratıcılık, doğaçlama, özgürlük, sorumluluk gibi kavramlara atıfta bulunur.


Tam bunları düşünürken filmin sonunda yine bir ters köşe ile Zak ve Marie’yi birleştiren şey, ‘kendi iradeleri değil de daha önceden belirlenen bir kader miydi?’ sorusu ile bizi düşünmeye bırakarak film sona erer.


Yazı: Duygu Uzunel

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.