Dünya üzerinde milyonlarca insan, her gün yaşanan binlerce olay var. Yalnızca bir kısmının farkındalığına erişiyor, daha da sınırlı bir kısmını bir parçamız haline getiriyoruz.


Çoğu zaman içimize işleyense küçük ve önemsiz görünenler... Ölümcül bir trafik kazasının görüntülerini izlediniz, sarhoş bir sürücünün sorumlu olduğunu öğrendiniz, birkaç dakika üzüldükten sonra gününüze kaldığınız yerden devam ettiniz. Peki, iş arkadaşınızın patronu pohpohladığına şahit olduktan sonra neden birkaç gün boyunca başka hiçbir şey düşünemediniz?


Önemsiz ve tehlikesiz görünen kimi davranışlara, mantıklı olmasa bile güçlü tepkiler verebiliyoruz; bazen de büyük hatalara ılımlı bir şekilde yaklaşıyoruz. Sinir bozucu bir aile üyesinden bahsederken, hayatlarımızı tehdit eden etik dışı politik yaklaşımlarla ilgili konulara kıyasla daha heyecanlı oluyoruz. Bu durum, dünyadaki kötülükleri algılayamadığımız anlamına gelmiyor. Aslında objektif açından bakıldığında zararsız görünen uyarıcılar, kökeni derinlere inen tepkileri tetikliyor. Bunlar da aşırı tepki olarak su yüzüne çıkıyor.


Bu ciddi görünmeyen ancak çıldırtan uyarıcıların varlığı, rastlantısal değil. Açığa çıkıyorlar; çünkü bastırdığımız dürtülerin, kişiliğimizin birer parçası onlar. Kendimizde sevdiğimiz şeyleri, başkalarında da seviyoruz; ancak kendimizde görmek istemediklerimize ve bu şekilde bilinçdışına ittiklerimize başkalarında katlanamıyoruz. Diğer insanlarda gördüğünüzde sinirlenmenize sebep olan şeylerin bir listesini yapın. Üzülmenize yol açan, gerçek anlamda problem kaynağı olan durumları değil; saniyeler içinde anlamsız bir şekilde asabınızı bozan, bir süre kafa yormanıza sebep olan, saplantı haline getirdiğiniz, basitçe bir kenara atamadığınız şeylerden bahsediyoruz. Tiklerden, alışkanlıklardan, konuşma biçimlerinden; kişilik özelliklerinden, dürtülerden, tepkilerden bahsediyoruz.


Anne babasının sözünden hiç çıkmayan bir arkadaşınız olabilir. İşleri ağırdan alan, inisiyatif kullanamayan bir tanıdığınız. Ya da bir akrabanız başkalarının desteği olmadan yaşayamayan, insanlara bağımlı biri. Ötekinin konuşmanızın tam ortasında aniden dikkati dağılıyor. Beriki de başkaları hakkında konuşmaya çok meraklı. Bunların hepsi çok can sıkıcı değil mi?


Ebeveynlik yöntemleri belki de işlerini yürütüş şekilleri, bir şeylere tenezzül etme yolları... Görünüşünüze ya da becerilerinize hakaret etme şekilleri belki de.


Sorun ne olursa olsun, bir yere not edin bunları. Sonra da listenizi dikkatli bir şekilde inceleyin. Her bir maddede, aynı davranış yüzünden suçluluk duyup duymadığınız, o şekilde hareket etme dürtülerinizle savaş halinde olup olmadığınız konusu üzerinde düşünün.


Belki de zekânıza hakaret eden birine sinirlenmenizin sebebi, gizliden gizliye ondan daha zeki olduğunuzu düşünmeniz. Belki de arkadaşınızın tatil fotoğrafları sinirlerinizi bozuyor; çünkü siz de hayatınızın mükemmel görünmesini istiyorsunuz. Belki siz de patronunuzu pohpohluyor, ancak bunu konferans odasının mahremiyetinde yapıyorsunuz. Belki siz de insanların arkalarından konuşuyor, söz kesiyorsunuz; çünkü kendi fikirlerinizin ve düşüncelerinizin daha önemli olduğunu düşünüyorsunuz.


Kişinin bu denli öz-farkındalığa ulaşması ciddi mesai ister. Ve gölge benlik kuramının yaratıcısı Jung'a göre buna değer. Çünkü bu mesaiyi vermezseniz eğer asla tam bir insan olamazsınız. Gölgeye attığınız kavramların, özelliklerin, değerlerin farkına varmazsanız onlar tarafından yönetilirsiniz.



Yani neydi:

Başkalarında kınadığımız zararsız davranışların ve özelliklerin çoğu, kendi benliğimizin de birer parçası. Bir an durup düşündüğümüzde ve canımızı sıkanın ne olduğunu gördüğümüzde, kendi mental ve duygusal kapasitemiz dâhilindeki özelliklere tepki verdiğimizi anlayabiliriz.


Reddettiğimiz ve direnç gösterdiğimiz dürtülerle hareket edenlere ilgi gösteriyoruz. Bu dürtüleri onaylamaya kalkarsak eğer, kendimizi de onaylamak zorunda kalırız – çoğu zaman onlar gibi hareket etmek istemememizin makul sebepleri oluyor.


Başkalarında en çok sinirlendiğimiz davranışlardan suçluluk duyuyoruz çoğunlukla; sadece fark edemiyoruz bu durumu. Hepimiz biraz da olsa yağcılığa, narsisizme, gösterişe, bağımlılığa, muhtaçlığa eğilimliyiz aslında.


Öz-farkındalığın en güçlü ve en şaşırtıcı aracı, kendimizi değil, başkalarını nasıl gördüğümüz. İyi ya da kötü, kendimizi başkalarında görebilirsek eğer, şefkat gösterebiliriz. Öncelikle kendimize tabii. Sorunu bizzat çözmek gerektiğini anlar, derinlerde en çok olmak – ya da olmamak – istediğimiz kişiye bir adım daha yaklaşmış oluruz.




YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir hiçbir şeye gram tahammülüm yok hayvan gibi yazı var bunu okumaya da tahammülüm yok
    CEVAPLA
  • Misafir güldürdünüz :D dijital ekranlardan bir süre uzaklaşın (özellikle sosyal medyadan mümkünse tamamen). geçmiş olsun.
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.