Uzun süredir budanmayı bekleyen zeytinlikteyiz. Acemiyim. Bu ikinci zeytin budama maceram, ilki ta yedi yıl önceydi. Her şey ne kadar da yeni ve yeni olan her şey gibi heyecan vericiydi: Bu zeytinlerin altında ilk kez budama makasını nasıl tutacağımı gösteren sevgilim, Fransa’nın bu güney köyü, kısa bir süre önce öğrenmeye başladığım bu çetrefilli dil…


Bugünse üç buçuk yaşında bıcır bıcır (hem de üç dilde) konuşup duran kızımla beraber yine aynı zeytinliklerin altında yorgun hissediyorum doğrusu biraz kendimi. Bir yerlerden, çocuk doğurunca kadınlar yeniden doğmuş gibi olurlar, gençleşirler diye bir şey duymuştum eskiden. Bense bunun tamamen kadınları, çocuk doğurtup eve bağlatmaya hizmet eden efsanelerden biri olduğuna kalıbımı basacak kadar yaşlanmış (ya da hadi yorulmuş diyelim) hissediyorum. Belki göçebe misali ülke değiştirip durmaktan, sürekli üç farklı dilde dönüp duran bu çekirdek aile hayatının kendi içindeki durağanlığından, kırkına merdiven dayayıp da hâlâ yaşam bulmacamın parçalarını birleştirememiş olmaktan, millet üç-beş çocuğa rağmen taşları yerine koymuşken, ben hâlâ bir tanesiyle bile baş edemiyor hissetmekten… çabalayıp bir şeyleri değiştirememekten... olan bitenden, zeytinlere baktıkça aklıma gelen Yırca’nın 6 bin zeytininden, Gezi’den, Soma’dan, bizi mahzun bırakıp giden dostlardan, tarihin yükünü omuzlarımda taşıma hissinden…


İç hesaplaşmalardan Serena’nın biraz hayret dolu sorusuyla çıkıyorum:

-Anne, niye ağaçları kesiyorsunuz?

Birkaç ay önce Jamaika’da kuru Hindistan cevizi dallarıyla dolu çöp kamyonu ve üstündeki rastafari çöpçüleri göstererek evde çığlık çığlığa “anne koş kötü adamlar ağaçları kesmişler” diyen de yine o değil miydi? Oysa Gezi’de sadece iki yaşındaydı. Unutmuyorlar işte, keşke büyükler de unutmasa…


-No, don’t worry they didn’t cut the trees, they only…” (budamak neydi ya İngilizce). Budamışlar işte kızım, bizim çöpçüler tanımadın mı? Götürüyorlar işte kuru dalları, diye gevelemiştim günün telaşı içinde.

Bugün telaş yok, anlatıyorum tane tane, acemi parmaklarımı makasa kaptırmamaya çalışarak bir taraftan.


- Ağacı kesmiyoruz, buduyoruz, yani kötü dallarını kesiyoruz.

Yerden kesilmiş dalları alıp, “kötü bunlar kötü” diye bağırmaya başlıyor. Çocuklara iyi ve kötü sıfatlarını kullanmadan laf anlatmanın zorluğunu bir kez daha fark ediyorum.


-Ağacın işine yaramayacak kuru dalları kesmek lazım ki, yenileri daha güzel çıksın, sonra senin o çok sevdiğin zeytinlerden versinler, zeytinini yiyelim, zeytinyağı yapalım. Nasıl daha güzelleri çıksın diye uzayan tırnakları, saçımızı, baba sakalını kesiyor, onun gibi budamak lazım ağaçları da. Ağaç da ona güzel baktığımız için bize teşekkür edecek ve bir sürü zeytin verecek.


-Ağzı yok ki konuşsun!


-Öyle deme konuşur ağaçlar da, dikkatli dinlersen.


-İspanyolca mı konuşuyor ağaçlar?


Bir bakıyorum o çoktan üzüm çiçeği adını verdiği minik mor çiçeklerden toplamaya dalmış, bense kendi içsel yolculuğuma, artık konuşan zeytin ağacı mı yoksa ben miyim bilmiyorum. İnsan elleriyle bir şeyler yaptığında, hele de bu topraklaysa, doğadaysa, kolla beraber kafa da bir acayip işliyor.


Yedi yıl önce oksijen, mey ve aşkın esrikliği üstümde, kentli cahilliğimle “kuru dalları anladım da yeşilleri niye kesiyoruz” diye ilk kez soruşumu hatırlıyorum. Her bir zeytin tanesinin yeterince güneş görebilmesi için, içinden bir kuş rahatça uçabilecek kadar iyi budanmalı zeytin ağacı. Elimde budama makası etrafını tavaf ettiğim ağacın dallarına bakıyorum: labirent gibi dalların içinde aslında hep iki yol var, biri yemyeşil, bol yapraklı, dinç, diğeriyse kurumuş, yorgun. Doğru dalı kesersen, ağaç rahatlayacak, sağlıklı bir şekilde büyümeye devam edecek. Tıpkı yaşam gibi… Nerelerde doğru dalı kesip nerelerde kesemediğimi düşünüyorum…


Geçmişimde, hafızamda yük olarak, geleceğimde kaygı olarak taşıdığım yorgun ve kuru dalları kesip atmalı, mevcut dallar güneş ışınlarını daha iyi görsünler, zeytinlerimi daha rahat toplayabileyim diye… Tam olarak hangi dalları budamalıyım bunu nasıl yapmalıyım bilmiyorum, en azından bunun niyetini veriyorum.


Eve dönmeden gökte belirmeye başlayan yeni aya, 1950’lerde don yemiş, sonra yeniden filiz vermiş 150-200 yıllık zeytin ağaçlarına bir kez daha bakıyorum. Bu farkındalıkla şimdi kendimi daha genç hissediyorum… Nazım’ın dizeleri kulağımda:


"Yaşamaya Dair"


Yaşamak şakaya gelmez,

büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

bir sincap gibi mesela,

yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,

yani bütün işin gücün yaşamak olacak.


Yaşamayı ciddiye alacaksın,

yani o derecede, öylesine ki,

mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,

yahut kocaman gözlüklerin,

beyaz gömleğinle bir laboratuvarda

insanlar için ölebileceksin,

hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,

hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,

hem de en güzel en gerçek şeyin

yaşamak olduğunu bildiğin halde.


Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,

yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,

hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,

yaşamak yanı ağır bastığından.



Yazı: Selen Göbelez Dumas

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir hayal değil gerçek ifadeler insanı sürüklüyor sayfalarca okunur bir akış .ellerine sağlık güzel kız.
    CEVAPLA
  • Misafir ne kadar içten, yalın ve güel bir yazı olmuş...
    CEVAPLA
  • Misafir ilk defa bir yazınızı okudum. öyle güzeldi ki. bir daha okudum. kendimi budanmış zeytin ağacının altında buldum. siz hep yazın.
    CEVAPLA
  • Misafir ellerine sağlık. ilham kaynağın bol olsun.
    CEVAPLA
  • Misafir selencigim,cok akici,sakin konusuyoruz gibi,huzur veren bazen duygulu.bazen cikmazda oldugunu hissettiren çok ggüzel bir yazı olmuş.serana da sana ilham kaynağı tabii.zevkle okuyscsgimiz nice güzel yazılar bekliyoruz.sagol,varol.
    CEVAPLA
  • Misafir kutlarım.
    CEVAPLA
  • Misafir selenciğim kalemine sağlık.güzel kızını öpüyorum.
    CEVAPLA
  • Misafir canım kızım çok güzel yazmışsın yine,eline, yüreğine, aklına sağlık.
    CEVAPLA
  • Misafir temiz havaya, berrak suya, doğadan seslere, kokulara, yıldızlara, ufuk çizgisini görebilmeye, dinginliğe ve ferahlığa hasret bir kentli olarak yazınız içimi açtı. teşekkürler..
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.