Perili Fatma - 9


Perili Fatma’nın en büyük keyiflerinden biri, akşam evde yemekten sonra demlediği tazecik çayı içerken küçük kamerasını açıp gündüz kaydettiklerini film gibi izlemekti. Divanında ayaklarını altına alıp kaldırımdan gelen geçenleri, müşteri bekleyen taksileri, trafik ışıklarında duraklayan arabaların içindekileri izleyerek eğlenirken muhiti ve insanlarını da daha iyi tanıyordu.


Başka bir falcıyı, mesela mahalledeki Cibilliyetsiz Lütfiye’yi sadece el ele gezen veya münakaşa eden çiftler ilgilendirebilirdi. Ama Perili Fatma görüntüleri ileri geri sararak, mesela çocuğunu döven kadınları, kaldırımdaki hareketlilikten istifade edip kadınları elle ya da sözle rahatsız eden erkekleri de ilerleyen günlerde ilgilenmek üzere aklına yazıyordu.


Geçen gün leblebiyle kuru üzüm aldığı kuruyemişçinin, önünde yürüyen kadına bir şeyler söylediğini, kadının da dönüp ona sinirli sinirli cevap verdiğini fark edince, ertesi gün kuruyemişçiye fal bakmaya karar verdi. Ona diyeceklerini planlamaya başlamıştı ki, hemen arkasındaki arabadan yanlarında iki çocukla inen adamla kadın dikkatini çekti. Kilitledikten sonra arabasına okşar gibi dokunup şöyle bir bakan adam, Mehmet’ten başkası değildi. Koluna giren kadın karısı Seval, önlerinde yürüyen iki oğlan da çocuklarıydı.


Perili’nin Seval’e rastlamak için üç gün beklemesi gerekecekti. Aynı gün karşılaşacaklarını bilmeden, kendisini dört gözle bekleyen Bedia’ya gitti.


Eve girer girmez çarpan sirke kokusundan memnun, salona geçti.

“Bugün yedinci gündür.”

“Evet Perili.”

“Hiç parfüm sıkmadın.”

“Sıkmadım.”

“Hiç deterjan kullanmadın.”

“Kullanmadım.”

“Yüzüne hiç boya sürmedin.”

“Sürmedim.”

“Her yeri sirkeyle sildin.”

“Öyle yaptım.”


Bedia fönden dikilen saçları gibi elektrikliydi. Bakışlarından, hal ve tavırlarından, bir hafta boyunca Perili’nin dediklerini harfiyen yerine getirdiği belliydi.


İşlemeli bakır tasını çıkaran Perili bir fincan da kahve istedi.

“Bugün hem suyu hem fincanı okurum.”

Kahvesini hiç konuşmadan höpürdeterek içtikten sonra fincanı uzattı.

“Niyet tutup açık havada kapatasın.”

“Açık havada mı?”

“Balkona çıkasın be ya.”


Bedia balkona çıktı. Hemen karşı balkonda oturan kadınlara arkasını dönerek fincanını ters çevirdi. Ne yaptığını merak eden komşular gözlerini kısıp bakarlarken içeri girdi.


Perili hemen başını bakır tasa eğdi. Yirmi bir nefes bekleyip derin nefes aldı, gözleri açık tavana baktı, nefesini bir seferde boşalttı. Tekrar bakışlarını suya çevirdi.


“Aman aman aman... Karışık konuşmalar yapmışsın. Bağırış çağırış olmuş hanende. Sinirlerin bozulmuş. İsminde iki tane M olan adamla aranıza kara kedi girmiş. Sana uzak davranır.”

“Peki aramız ne zaman düzelecek?”

Perili başını hiç kaldırmadan eliyle onu susturdu.

Yedi nefes bekleyip, dudaklarının arasından ağır ağır bırakarak devam etti.

“İsminde iki M olan adam, çok kıtırlar atar sana. Seni oyalar. Parmağına tek taş takar ama aklından nikâh geçmez. Yarın der, yarın olur bir ay sonra der. Bir ay geçer, birkaç aya der. Çıkmaz ayın son perşembesi der de, sen anlamak istemezsin.”


Parmağıyla fincanın altını soğumuş mu diye kontrol etti. Sonra fincanı açtı. Fincan tabaktan zor ayrılınca Bedia ellerini çırptı.

“Dileğim tutmuş.”

“Hurafedir. O iş belli olmaz. Göreceğiz.”

Bedia’nın yüzü düştü.

“Bu adamın on üç on beş yaşlarında iki çocuğu vardır. İkisi de erkektir.”

Gözleri büyüyen Bedia, Perili’yi tek bir sözünden bile şüphe etmeden dinliyordu.

Niyetinden şüphe etmediklerine duymak istediklerini söyleyip onları rahatlatan Perili, Bedia gibi fena niyetli bulduklarına hiç acımıyordu.

“Bu oğlanların annesi orta boylu, isminde iki M olan adamın omzunu aşmayan bir kadındır. Hafif topludur.”

Bedia’nın yüzünde beliren kibirli tebessüme üç nefes bakıp devam etti.

“Saçı sarıdır ama seninki gibi boyadır. İsminde iki M olan adama sıkı sıkı sarılmıştır.”

Tabağı fincana döktü.

“Ay ortasına kadar sıkıntı vardır hanende. Sonra ferahlayacaksın, temiz göz yaşı görürüm.”


Bedia kendini tutamadı.

“Aramız düzelecek mi?”

Bakır tası alan Perili tavsiyelerde bulunmaya başladı.

“Aranızda şimşekler çakar. Düzeltmek için bir şeyler yapman gerekir. 7 kırmızı soğanı alıp ikiye bölesin. Evin her bir köşesine koyasın. Kötülükleri savar.”

Başını kaldırıp Bedia’ya baktı.

“İsminde iki M olan adamın gömleğinden ipliği üzerinde bir düğme koparasın. Kendi saçından yirmi bir teli kökünden koparıp düğmeye sarasın, gün doğarken denize atasın.”

“Tamam.”

“O seninle konuşurken içinden yedi defa ‘Benim olasın’ diye geçiresin. Altı değil, sekiz değil bak. Yedi kere.”

“Tamam.”

“Onun bardağı, tabağı çatalı, havlusu, el havlusu ayrı olsun. Sadece onları kullansın. Bir sürahi suya taze nane atasın, günde yirmi bir dakika bu sürahiyi iki elinle sarıp gözlerin kapalı bekleyesin. Ona sadece bu suyu içiresin.”

“Tamam.”

“Bu hafta hep kahverengi giyesin.”

“Kahverengi mi?”

“Kahverengi.”

“Niye kahverengi?”

“Toprağın rengidir. Toprak ayağını bastığın yerdir. Sağlam basarsan evin ocağın, yuvan olur. Yuvan olsun istemez misin bu adamla?”

“İstiyorum tabii ki...”

“O zaman bu hafta tepeden tırnağa kahverengi giyesin. Şu pembe koltukların üzerine de kahverengi örtü atasın.”


Perili yedinci gün öğle vakti geleceğini söyleyip çıktı.


Çiçekçi akrabalarının yanına vardığında Seval tezgâhın önünde mavi güllere bakıyordu.


10. bölüm 2 Mart 2018 Cuma hthayat.com’da...


Diğer bölümler









YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.