Bir önceki yazımı Mevlana’nın içimde merak uyandıran cümlesiyle tamamlamıştım.
“Haklı ve haksızın ötesinde bir yer var, seninle orada buluşalım.”
Yazıma aynı cümleyle giriş yapmak geçti kalbimden. Mevlâna yaşasa sormak isterdim: “Haklı ne demek, haksız ne demek sana göre Mevlana?” diye.
Acaba Mevlana’nın ‘bunların ötesinde bir yer var’ dediği nasıl bir yer?
Senin de içinde merak var mı? Sen haklısın- ben haklıyım yarışı olmasaydı bu hayatta dünya nasıl bir yer olurdu acaba?
Peki yaşadığımız hayatın içinde başımıza onlarca hal gelirken, haklılık-haksızlık ekseninin ötesindeki yerde nasıl buluşuruz?
Cevabını bana sormayın, henüz bilmiyorum. Cevabı arıyorum, hep beraber o yere varır mıyız, varmanın yollarını bulur muyuz diye yazarak düşünüyorum ve beraber düşünelim istiyorum.
Türk Dil Kurumu’nun tanımına göre hak: hukuka uygun olan, hukukun, adaletin gerektirdiği ve birine ayırdığı şey, kazanım, kazanç demek. Haklı da davası, düşüncesi adalete uygun olan demek.
Bu tanımlar Mevlana’nın bahsettiği ile aynı anlama gelmiyor sanki. Sence nasıl düşünüyorsun?
Günlük konuşma halime baktığımda ve birine ‘haklısın’ derken kendimi yakaladığımda, ‘ben de senin gibi düşünüyorum’ demek istediğimi fark ediyorum. Karşımdakiyle aynı, yakın ya da benzer düşündüğüm yerde uyum, anlayış ihtiyaçlarım karşılanıyor ve bir sorun çıkmıyor.
Peki ya karşımdakinden farklı düşündüğümde?
Burası çıkmaz sokak diyen kaç kişiyiz?
Hayatın başımıza getirdiği hallere baktığımda, anlaşmazlıkların, uzlaşmazlıkların, çatışmaların ve dahi savaşların yani şiddetin buradan çıktığını fark ediyorum.
Sanırım Mevlana’nın bahsettiği şiddetin ötesinde bir hayat... Yaşasaydı bizi dizinin dibine oturtup, bir bir anlatır mıydı “Güzel kardeşlerim; bu haklı-haksız oyununun bir sonu yok, ötesine bakalım” der miydi? Olsa ve dese ne hoş olurdu.
Şöyle bir an gözünü kapatıp benimle birlikte düşünmek ister misin? En son ne zaman, çok inandığın bir konuda haklı olduğunu ne pahasına olursa olsun savundun? Bu savunma halin iletişimde olduğun insanla ilişkini nasıl etkiledi? Şu an bu deneyimi hatırladığında kendini nasıl hissediyorsun? Ben haklıyım, sen haksızsın dediğin cümlelerin ardında gerçek özlemin neydi? Duyulmak mı? Anlaşılmak mı? Saygı mı? Ben haklıyım, sen haksızsın yerine, ‘ben böyle düşünüyorum ve bu düşüncem senin düşüncenden farklı diye anlıyorum’ demiş olsan ve farklı düşüncelerle de birbirimizi sevip kabul edebilsek, Mevlana’nın bahsettiği o yere doğru yaklaşır mıyız?
İletişimde olduğum insanlara ‘hayatta en çok ne istiyorsun, neyi özlüyorsun?’ diye sorduğumda aldığım cevaplar ya da doğum günü dileklerinde ifade edilen cümleler çok benzer, “sağlık, huzur, mutluluk”. Kimse haklı olmayı dilemiyor bu gibi dileklerde. Herkes huzurlu olmak, sağlıklı olmak, mutlu olmak istiyorken, yaşam yaşanırken, haklı olma isteğimizi bir şeyler besliyor sanırım. Psikoloji uzmanlarının buna dair cevapları vardır. Ben uzman olarak yazmıyorum. Ben yazarak düşüneyim, siz de okuyunca beraber düşünelim istiyorum ve soruyorum sana; hayatın akışında haklı çıkmak için didindiğin kaç konunun sonunda mutlu, huzurlu oldun?
Benim deneyimlerimde haklı çıkmaya çalıştığım yerlerde hep yoğun bir mücadele ve hatırlamadığım kadar az bir mutluluk var. O deneyimlerime şimdi baktığımda, haklı çıkmak için mücadele vermek yerine karşımdakini anlamak için gayret etseydim kurduğum ilişkiler daha bir derinlikli olur muydu? Şüphesiz.
Büyük büyük meselelerden de bahsetmiyorum üstelik. Öyle basit mevzularda oluyor ki bu haklılık haksızlık çekişmesi. Onlarca örnek sayacağım ama senin kendi örneklerin üzerinden düşünmeni daha çok isterim. Benim vereceğim örnekler biraz daha genel olabilir; ülkede enflasyon var mı yok mu? Hayat pahalı mı, değil mi? Hangi araba markası güvenlik bakımından daha iyi? Putin Ukrayna’ya karşı savaş başlatmakta haklı-haksız diye tartışan duydum. Bu tür tartışmaların sonunun huzurla sonuçlandığına hiç şahit olmadım. Bir taraf daimi olarak kendi haklılığını diğer tarafın haksızlığına odaklandığı sürece huzur zor bulunur diye düşünüyorum.
Bu yazıyı yazdığım, 8 Mart 2022 günü, gezegenimiz Dünya üzerinde deneyimlemekte olduğumuz kolektif yaşam haline bakın, ortak gerçekliğimiz: Pandemi, ekonomik kaynaklarda darlık-kısıtlılık ve Ukrayna - Rusya arasında savaş. Tıpkı tarih kitaplarında okuduğumuz gibi bir dönemden geçiyor insanlık. Bilim kurgu değil, bir hakikati deneyimliyoruz hep birlikte. Dünyada savaş gerçeği varken, şiddet en derin yerinden açığa çıkmışken, savaşla ilgili meselelerin ardındaki en basit hakikat ne sizce? İki tarafın kendi düşüncesinin haklılığını savunma ve ispatlama isteği değil mi sizce? Bu haklı olayım, benim istediğim olsun düşüncesinin kimseye huzur ve mutluluk vermeyeceği yüzyıllardır yaşanmış deneyimlerle belliyken, 21. yüzyılda, insanlık bu kadar gelişmişken, anlaşmazlıkları barışla sonuçlandırmanın zihinsel, düşünsel ve ifadesel olarak birden fazla stratejisi bulunabilecek iken, ilkellikle, öldürme dürtüsü, haklılık haksızlık oyunlarıyla bir yere varılamayacağı belli değil mi?
Bu çerçeveden bakınca, şimdi merak ediyorum hayatta haklı olmak mı, huzurlu olmak mı daha kıymetli?
Kendi değerlerimizden vazgeçmeden farklı düşüncelerimizle birbirimizi duymak, anlamak ve ortak huzuru yaratmak için nasıl mümkün olur?
YORUMLAR