Bir zamanlar sadece babamın bildiğini düşündüğüm türküler, şiirler, kitaplar vardı. Ki bunlar arasında Eflatun’un Şölen’i, Fuzuli’nin ‘’Beni Candan Usandırdı’’ gazeli bile var. Başkalarının da aynı şeyleri bildiğini öğrendiğimde yaşadığım şaşkınlık dillere destandı. Fındığın “mişşo” değil de fındık olduğunu öğrendiğimizde kardeşimle yaşadığımız şok, unutulmazlarımız arasında. Türkçe’ye ‘’Köpek Dişi’’ olarak çevrilen ‘’Kynodontos’’u izlediğimde, kendi gerçeklik evrenimin gözlerimin önünden film şeridi gibi geçtiğini hatırlıyorum. Filmde çocuklarını bir eve kapatıp, dışarıdaki gerçekliğin tamamen dışında bir eğitimle büyüten bir ailenin hikayesini izlerken yaşadığımız gerilim, kendi gerçekliğimizle yüz yüze kalmanın gerilimidir biraz da.
Gerçeklikle ilgili tüm felsefi tartışmaları bir yana koyarsak; dünyadaki insan sayısı kadar gerçeklik olduğuna inanıyorum. Her insan, bambaşka gerçekliklerden gelen iki insanın oluşturduğu başka bir gerçekliğe açıyor gözlerini. Geçtim konuşulan dili, yenilen yemekleri, dinlenen müzikleri, kültürü, coğrafyayı; sevme, sevilme biçimlerinin oluşturduğu gerçeklik, müdahale edilmesi en zor gerçeklik. İnsan canlısının çözülmesi en zor şifreleri bu gerçekliklerde gizli. Annemizin rahmine düştüğümüz andan çok öncesinde, bu gerçeklik oluşmaya başlıyor. İlk evimizde (anne rahminde) yaşadığımız duygulanımlar, gelecekte kuracağımız tüm ilişkilerin temel yapı taşlarını oluşturuyor. Dünyaya gelirken nasıl karşılandığımız, o esnada dünyada ve ülkede meydana gelen gelişmeler, annemizin ruh sağlığı, bizi sahiplenme biçimi, nasıl beslediği, ağlamalarımıza ne şekilde yanıt verdiği gibi değişkenler başkaları evreninde nasıl yer kaplayacağımızı da belirliyor. Bağlanma teorisyenleri yaşamın ilk 1-2 yılında kurduğumuz bu ilişkinin niteliğinin, tüm yaşam boyunca kendimizle ve çevremizle kurduğumuz ilişkilerin alt yapısını oluşturduğunu vurguluyorlar. Kısacası, tüm bu alt yapı gerçeklik algımızı oluşturuyor ve tüm seçimlerimiz bu algı çerçevesinde gerçekleşiyor.
Zihin ve bedenin birbirinden ayrılamaz bir bütün içerisinde olduğu gerçeğini göz önünde bulundurarak hastalıklarımızın bile kendi gerçekliğimiz çerçevesinde değişkenlik gösterdiğini söyleyebiliriz. Gabor Mate ‘’Vücudunuz Hayır Diyorsa’’ kitabında ‘’Hayatı bedenlerimiz aracılığıyla deneyimleriz. Hayat deneyimimizi açıkça ifade edemezsek, zihnimizin ve ağzımızın söyleyemediğini bedenlerimiz söyler‘’ diyerek, hastalıkların da aslında tamamen kişisel olduğunu en öz biçimde ifade der.
Sınırlarımız, engellerimiz, korkularımız, endişelerimiz hatta hastalıklarımız, kısacası kendimizle ilgili bildiğimizi sandığımız her şey ya gerçek değilse? Tıpkı vücutta olmayan kesilmiş organların yarattığı fantom ağrılar gibi artık bize ait olmayan ama zihnimizin hala uzuv ordaymış gibi davranması sebebiyle hissettiğimiz ağrılar gibi taşıyorsak bu duyguların yükünü? Kişi kendi gerçekliğinin derinliklerine indikçe gördükleri karşısında şaşkına düşer. Kendi özünü keşfetmenin yegane yolu da bu şaşkınlıktan geçer.
Esen Acarer Kahya
YORUMLAR