İnsanlar, büyük bir değişim karşısında heyecan duyarlar. Bu heyecan çoğunlukla, olana dâhil olup yaşamını devam ettirme güdüsü veya olanı bir tehdit olarak algılayıp onunla savaşma dürtüsü içerir. Zaman zaman bir nevi holiganlığa bile varılır. Olan bitene katılmak için sabırsızca istek duymak da, her şeye muhalefet etmek de egoyu hayatta tutma çabasının bir parçasıdır. Katılmak, taraf olmak, savunucusu olmak; hayatta kalamama korkusunu dindirir. Dinlemeden, anlamadan tepki göstermek, muhalefet etmek de benzer şekilde, egoya yönelik tehdidi püskürtme ve hayatta kalma hamlesidir genellikle. Birbirimize bu gözle baktığımızda, birçok davranışın ardında yatanı görecek bir pencere açılır.


Peki, olana izin verme ihtimali insan egosu için nasıl bir çabadır?


Olan şeyin gerçekleşmesine, hatta varlık göstermesine ihtimal vermek...


Öyle bir nesiliz ki, "Koşma! Düşersin!"lerle, aslında o ihtimal annelerin sadece kafasındayken, gerçekleşince kendi hissedeceklerinden korktuklarından, olana izin verme yeteneğimiz törpülendi.


Olabileceklere izin vermek, belki de kendi korkularından dolayı kaçındıkları bir beceriydi... İzin verme becerisi, belki de belli bir olgunluk eşiğinden geçenlerin sahip olabileceği bir yetenekti... Nihayetinde hepimizin içinde sekteye uğramış çocuk var. Annelerin de...


Çiçeği yaratan, açmasına izin verir. İnsanı yaratan, yaşamda yol almasına izin verir. İnsan âlim de olabilir, zalim de. Bu, Yaradan'ın yaradanlığına zarar vermez, zeval getirmez. Yaradan, olmasına izin verir. Çünkü gerçekleşen şey de yapanın sorumluluğundadır. Sonuçlarına kendi katlanır.


Bir nevi yaratım olur mu acaba, yaradanın tezahürleri isek eğer, gerçekleşene izin vermek?... İnancımız nasıl vücut bulursa bulsun, neye yakın hissediyorsak hissedelim, hangi tanımlar zihnimize yakın gelirse gelsin; birlik bilincine, birliğe yaklaşmak için varlıkların birbirlerinin olduğu hallerine fırsat vermesi, alan tutması, tahammül etmesi… Hele ki çocuklara… Acaba insanlık olarak buna biraz daha fırsat verebilir miyiz?


İçimizden gelen ne ise, hissetmeye izin verebilir miyiz?


Olanları öncelikle gözlemleyebilir miyiz?


Sokaktan geçenin selamına izin verebilir miyiz?


Yardım almak için kendimize izin verebilir miyiz?


Olgunluk, içten geleni hissetmeye izin vermek, alan açmakla başlıyor olabilir mi?


Hissetmemeye, yaşamamaya çalışıp sürekli bu çabayı beslemek ne kadar kalıcı bir yaşam biçimidir diye sormak hepimizin içindeki yorgunluğa cevap verebilir. Bazen kendi duygularının, bazen de yanındakinin duygularının gerçekleşmesine fırsat vermek hep bahsettiğimiz akışa, hayatın akışına izin veren bir eylem olabilir. Asıl eylem, olana engel olmak değil, olana izin verirken bir an durabilmek olabilir.


Bedenin yükleri taşıp gözyaşı veya kan çıkacak hale gelmeden de olanın gerçekleşmesine izin verebiliriz. Olmamışa engel olup bedenimizde hissetmeye izin verebiliriz. İhtimal kafamızdayken, o koşuşu durdurmamıza sebep yokken bırakabiliriz, koşsun... Düşündükçe kalbimiz ağrıyorsa, kaçmak veya bastırmak yerine izin verebiliriz onu hissetmeye. Nihayetinde, hissedilen şeye izin verildiğinde hissin varoluşunu tamamlamasına fırsat doğar ve kendini gerçekleştirir. Gerçekleşir ve son bulur. Böylece yeni bir aşamaya geçilir. Dünyadaki tüm yaşamda olduğu gibi...


Sağlıklı egoda, olana izin vermek de var, kendinde olanı görmek de...

Yaralı ego ise hep çaba halinde. Ne kadar da yorucu!

Olana izin vermek, bir nehir üzerinde kürek çekmeden akıp gitmek... Bazen kayayla karşılaşmak, bazen akıntıyla sürüklenmek. Ama gerektiği yerde küreklere asılmak, gitgide ustalaşarak kullanmak... Ego, belki de denge demek...


Hissetmeye izin ver. Zaten her şey geçici...


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.