Müze gibi evler, bekleyen giysiler
Mesela, müze gibi evler vardır. Her şeyin yerli yerinde durduğu, kıpırdatamadığın. Dokunamadığın, sadece uzaktan izleyebildiğin. Oturduğun koltukta poponu oynatmaktan korktuğun. Öyle evlerde nefes alamıyorum. Hele ki küçük çocukla gittiysem. “Otur, dur” demekten nefesim kesilirdi. Su istersin, dolabı açamazsın, sofrayı toplamaya yardım etmek istersin, mutfakta “Aman onu oraya koyma” sözleriyle karşılaşırsın. Örtüye bir damla çay dökersin, senin yanında dakikalarca silerler. Elini kolunu nereye koyacağını bilemez, kalkar gidersin. Aile büyüklerinin evi öyleyse zaten hiç uğramazsın. Bir bardağı yanlış yere koysan peşinden düzeltirler ya, gitmez istemezsin, nedenini de söyleyemezsin.
Hep merak ederdim çocukken de o evlerde normal hayatın nasıl olduğunu. Anneme de sorardım. Çocuklarını düşünün, hiç kendi evleri gibi hissetmezler ki. “Yapma kızım, onu oraya koyma oğlum…” Bir bardak su dökse azar işitir çocuk. Zaman içinde böyle insanlardan çok gördüm, çok tanıdım. Ve bir itiraf, tanıdıkça kaçtım. Yanında rahat edemezsem ne işim olabilir ki hayatta kendisiyle? Bir de bazıları vardır ki, kendi evinde -anlattığım gibi- sofraya bir damla çay dökülse krize girer ama senin evinde salona kadar ayakkabıyla girer. Böylelerinden ise uçarak kaçtım. Bencilce geldi hep.
Biz çok rahat bir evde büyüdük. Aynısını kızıma da yapıyorum. Ev, onun da evi. Bir şey döküldüğünde kızmam, kırıldığında ses etmem. Dert bile etmem. Toplarız beraber, “Alt tarafı bir eşya, sorun yok” derim. Her zaman yaşadığımız evde bir duvar Irmak’ın oldu, istediği gibi boyadı. Sonra hevesini alınca vazgeçti zaten. Salonda oyuncak köşesi oldu. Hâlâ da salondaki bazı dolaplar onun. Birinde yemek takımları varsa, birinde oyuncaklar var. Burası hepimizin evi. Bazı konularda çok pimpirikken bazılarında da fazla rahatım sanırım. Ev de bunlardan biri. Hatta misafir geldiğinde, çocuklar oynadığında hiç toplamam. Bırakırım öyle kalır. Ta ki oyunları bitene kadar. Bazen Irmak misafirler bizdeyken toplamaya başlarsa kaşımla gözümle durdururum onu. Çünkü bana göre ayıptır. Ben bir yere misafirliğe gittiğimde ne yapsam sürekli arkamdan toplanıyorsa, oturamam orada. Aynısı çocuklar için de geçerli. Onlar oynarken bir yandan toplamak keyif kaçırmaktan başka ne işe yarar?
Bir de kitabımda da yazmıştım, örtülü koltuklarda da rahat edemem. Hep merak ederim altlarını, neden örtüldüklerini, insan evinde koltuğunda oturamıyorsa neden öyle bir model aldığını, örtecekse modelinin ya da renginin ne anlamı olduğunu… Oturma odası konsepti de terstir mesela. Ya da ne bileyim, mutfakta yemek yemeyi sevmem. Şimdi evimiz minnak ancak bu evin ilk halinin mutfağı büyüktü. Yıkıldığında oturduğumuz geçici evin de. Arkın masa almıştı mutfak için. Fakat mutfakta hiç yemedik. 40 metrekare mutfağım olsa da orada yiyemem. Biliyorum, çok garip fakat hiç hoşlanmıyorum mutfakta yemek yemekten.
Evin en büyük misafirinin, yaşayanları olduğunu düşünürüm. Misafir çatal bıçak takımım yok, yemek takımım yok. Hepsi bir. En güzellerinde biz de yemeliyiz. Salonumu, takımlarımı neden başkasına saklayayım? Ben gittikten sonra kızıma kalacak bibloların ne anlamı var? Her şey ortada olsun, her şey bizim olsun, hepsinin tadını çıkaralım. Irmak’a bir elbise aldığımda “Bunu özel günlere sakla” demem, evde bile giymek istese giydiririm. Zaten çabucak büyüyor, ne istiyorsa giysin, tadını çıkarsın. Küçüldükten sonra ya da sadece bir kez giyecekse öyle bir elbisesinin olmasının ne anlamı var? Kendim de ayakkabı aldıysam, anında giyerim. Özel güne, mözel güne saklamam…
Nereden aklına geldi biliyor musunuz? Kasım başında benim için çok önemli olan, çok kalabalık, yüzlerce insanın olduğu bir yere gidecektim. Çok sevdiğim çantamı buldum, taktım omzuma. 10 yaşında kendisi, birkaç yıldır da kullanmaya fırsatım olmamıştı. Pek sevindim sağlam görünce. Çıktım evden, gittim, baktım arkamda kahverengi parçalar. Çamur sandım, değil. Çanta parçalanıyormuş. Deri, bekleyince öyle olurmuş. Pul pul döküldü gözümün önünde. İçim cızladı neden yıllardır kullanmıyorum diye. Zaten her şeyi kullanan biri olarak bir söz daha verdim kendime, “Hiçbir şeyi saklama, hepsini kullan, rengi uymayan çantayı bile” diye. Yeni aldığım bir ayakkabıyı giyecek uygun bir yer yoksa, temizleyip evde giymişliğim bile vardır. Çantayı neden kullanmadığıma hâlâ hayret ediyorum.
O nedenle size de söylemek istiyorum haddim olmayarak… Saklamayın, kullanın. En güzel tabakta da siz yiyin, en güzel bardaktan su için, koltuklarınızı siz oturarak eskitin… Eşyaya anlam yüklüyoruz ya, yanlış işte.
YORUMLAR