Sabırsızlık
Yazı değil bu, sesli düşünüyorum diyelim…
Kendimi bildim bileli, sabırsız bir insanım. Hem de öyle böyle değil.
Haber bekliyorsam, hemen gelmeli.
Birini bekliyorsam, o da hemen gelmeli.
Aylar sonraya bilet alamam.
Daha kızım doğmadan, o 7 aylıkken gideceğimiz konserin (U2) biletini almıştı Arkın, kızmıştım.
Birini birkaç kez aradıysam ve geri dönmediyse, tırnak kemirmeye başlarım.
WhatsApp’taki mavi tık asap bozucu. O yüzden kapadım. Ne mesajları okuduğum görünüyor artık ne de başkasının benim mesajımı okuduğu. Rahatladım! (Arada yine dayanamayıp eski haline getirdiğim oluyor tabii.)
Biri “seni hemen arayacağım” derse, arayana kadar telefonu elimden bırakmam.
Bacak sallarım. Yalnız otururken de toplantıda da televizyonda canlı yayında da. Sanki uçacak gidecek gibi geliyor bazen sağ bacağım.
Kitabım (Manyak Anne – Ben Değil Hormonlarım Yaptı) çıktığından bu yana ne mutlu ki imzalar için koşturuyorum, yazışıyorum, görüşüyorum. Fazla koşturuyorum ve bana ilaç gibi geliyor. Kendi blogumda da yazmıştım, oturmak için programlanmamışım. Koşturdukça mutlu oluyorum, çalıştıkça üretiyorum. Ürettikçe de enerji doluyorum.
Kafamda sürekli plan program yapıyorum. Rahat duramıyorum. Bunları yaparken de beklediğim yerlerden haber gelmeyince de kendimi eve veriyorum.
Yok öyle temizlik falan değil, “şurası şu renk olsun, burası böyle olsun.” cümleleri altyazı halinde geçiyor gözümün önünden. Sonra da harekete geçiyorum. Ani bir kararla tüm evi boyatmam, bir ay sonra ne zamandır istediğim kütüphaneyi yaptırmam… Azıcık da mutfağa girsem şahane de diğer kısımlarla ilgilenmek işime geliyor.
Kendimi, sabırsızlığımı anlatmam kolay da bunu bir de benimle 11 senedir aynı evde yaşayan sevgili eşime sormak lazım. İşin maddi boyutunu geçtim (Mesele kendi kazandığım para ile yapmam değil, o parayı o şekilde kullanmam…) “her an ne yapacak kadın” diye bekliyor.
Misal, eskiden para verip de girilen mekanlara gidemezdik. Para ver, gir, yarım saat sonra kadın “hadi gidelim” desin. “Hiç gitmem daha iyi” derdi…
E ben heyecandan uyuyamazken uyumaya çalışmak da zor. Tam dalacak, yanında bir oraya bir buraya dönen bir kadın. Ya da birden yataktan fırlayıp içeri koşan biri. En fenası, uyurken “Arkın, aslında şunu da mu yapsam, bak o beni aramadı ben şurayı arayayım mı?” sorusuyla omzundan dürtülmek suretiyle uyandırılması.
Hep bir aksiyon söz konusu.
İşte yine ben evi değiştirdiğimde (tabii ki önden sinyalleri veriyorum, çaktırmadan fikir danışıyorum) “televizyonun olduğu tarafa dokunamazsın” diyor. Bir gün işten gelip de evlenirken kaç yer gezerek aldığı TV sehpasını, birkaç sene önce bu eve taşınırken ona göre yaptırdığı üniteyi başka renk görmekten, hatta hiç görememekten korkuyor sanırım.
Dokunmuyorum. Dokunmayacağım. Bunun nedeni, çok beğenmem değil. Arada bir bakarken farklı şekilde dolap görmüyor muyum? Görüyorum.
Dokunmuyorsam bunun tek nedeni, alanına saygı duymam. Hiçbir şeye sesini çıkarmayan adam, “onlara dokunma” diyorsa, neden onu üzeyim? Orası sanki onun özel hayatı. Yalnız düşündüm de sanki değil, kesin özel hayatı. Ben hiç TV izlemediğime göre, o mekan onun.
Ve işte o yüzden seçtiklerine karışmak bana “oraya gitme, şununla konuşma” demek gibi geliyor.
Neden yazıyorum biliyor musunuz? Evdeki değişikliğin detaylarını Instagram hesabımda paylaştığım için “hadi Şebo orayı da değiştir” yorumları geliyor. Aslında haklılar da dokunmuyorum işte. Bir evde beraber yaşıyorsak ve o gerçekten istediğim değişikliklere sesini çıkarmıyorsa, kararına saygı göstermeli, kendi istediğim için ikna etmeye çalışmamalıyım.
Çünkü bana yapılsa sinir olurum.
Zaten evle oyna oyna, cüzdan da tükendi, yapacak şey de.
Bir de yazarken düşündüm de, adamcağız geriliyor mudur hakikaten oraya dokunacağım diye. Uygun bir dille sormam lazım en kısa zamanda.
Asıl benim bu bekleme sürecinde bir şeylere sarmadan kendi kendime kalmayı öğrenmem gerek.
Koşturmadan kalan zamanda dinlensem?
Spor yapsam?
İki gün bir yere kaçsam?
Olmayacak. Çünkü beynimin içindekiler spor yaparken de susmuyor. Tek başıma bir yere gitsem o zaman hiç susmaz. Hatta beni konuşturmazlar, o derece!
Ama evle ilgilenince bir süreliğine kenara atılınca ortadan kalkıyor soru işaretleri.
Ah bir de tabii ki kızımla oyun oynarken. Kopuyoruz çünkü o sırada dünyadan. Çocukla oynamak onun için olduğu kadar bizler için de şahane.
Bakıyorum da, çok şükür kızım benim kadar sabırsız değil. Öyle olsa, vazgeçirmek için elimden geleni yapardım. Ben de bu huyumu canım babamdan almışım. Biz baba kız, yerimizde duramayangillerdeniz.
İtiraf ediyorum. Çevremizdekileri olduğu kadar sanırım kendimizi de yoruyoruz. Babam bu yaştan sonra değişmez de ben sanki bir şeylere dokunabilirim.
Haber beklerken, evle uğraşmayıp meditasyon, yoga falan mı yapsam?
Kırıldığımda yine bir şeyleri değiştirmeye çalışmayıp duygularımı dinlesem ve kırgınlığımı mı yaşasam?
Boş kaldığım an bilgisayar başına oturup “hemen yapacak şey bulmalıyım” demesem de elimde kahvem boş boş dışarı bakıp hayal kursam?
Şimdi dışarıdan enerji dolu görünüyor olabilirim (teşekkür ederim bu yorum için) de bünyeyi fazla zorlamak da iyi değil.
Kendimi “Ben bu şekilde yaşayabiliyorum”a inandırmışım, öyle gidiyor. Yeni yılda yapmam gereken iki şey var.
Beynimin dinlenmesine izin vermek.
Sabırsızlığıma bir son vermek.
Bir de sigarayı bıraksam şahane. Evet eskisi kadar içmiyorum da hâlâ o konuda bir arpa boyu yol alamadım. Kendime çok kızıyorum! Sigarayı bırakmadığım için yazıklar olsun bana!
YORUMLAR