Uzun yıllar sonra bir gazetenin, bir yayının sorumluluğunu taşımadan geçirdiğim bu ilk günde ilk röportaj için, bir “meslektaşımı” seçtim. Meslektaş derken “gazetecilik”ten ötürü meslektaş demiyorum. “Eski genel yayın yönetmenliğinden” dolayı meslektaşım; Ertuğrul Özkök. “Bir Beyaz Türk’ün Hafıza Defteri” adını verdiği son kitabını ve siyasetten kadınlara her şeyi konuştuk.


Ertuğrul Abi, son yıllarda bir beyaz Türk takıntın var. Ha babam de babam “Beyaz Türkler” diye bir şey yazıyorsun. Kendini öyle bir yere konumladın ki sanki onların sözcüsü gibi yazıyorsun. Ben “Beyaz Türk” diye bir kavrama inanmıyorum. “Türk’ün en beyazı gri olur” diyorum. Kim bu “Beyaz Türk” dediğin insanlar?

Fatih, beyaz Türk bir ırk değil, bir nüfus değil, bir aile değil. Benim “Beyaz Türkler” dediğim şu: Modern hayat tarzını benimsemiş, hayatın tadını çıkarmak isteyen, hayat tarzı ve hayata bakış açısı olarak Batılılığı benimsemiş insanlara “Beyaz Türk” diyorum. Aslında bunların hiçbir ortak adı yok. Bunların bir çatı altında toplandığı falan da yok. Birbirleriyle bağlantıları falan da yok. Bunlar birey. Ve bu yüzden de sürekli bunların tepesine biniliyor. Bak bunu özellikle söylüyorum: “Kürtler kadar bile sesleri çıkmıyor.” Eziliyorlar ve giderek kendilerini ezilmiş, dışlanmış hissediyorlar. Ve en beteri ne biliyor musun, Türk aydını denen kesimin beyaz Türklerle hatta Türklerle bir derdi var. Türk aydını Türklerden nefret ediyor. Her şey için sürekli olarak beyaz Türkleri suçluyor. Kemalist diye suçlanıyorlar, darbeci diye suçlanıyorlar, demokrat olmakla suçlanıyorlar. Dünyada ne suç, ne günah varsa beyaz Türklerin üzerine yıkılıyor.


Abi yapma Allah aşkına. Sen İzmir’in orta halli bir semtinden, ben Van’dan çıkmışım. Bizden beyaz Türk mü olur? Ama senin yüzünden bir kesim bize “Beyaz Türk” diyor. Tükürür gibi!


Evet, aynen öyle. Tükürür gibi “Beyaz Türk” diyorlar. Niye biliyor musun? Çünkü bizler ezilirken de mağduriyet edebiyatı yapmadık. Ezildik sesimizi çıkarmadık. Kendi kendimize o baskının altından çıkmaya çabaladık. Ama mağduriyet edebiyatçıları bizlere hakaret ediyor. Yaşam tarzımıza, tercihimize hakaret ediyorlar. Herkesin sana çok kızdığı, Başbakan’la yaptığın o program var ya, o program tarihi bir programdır. Tayyip Erdoğan’ın gerçek kişiliğinin, gerçek düşüncelerinin herkes tarafından görülmesine yol açandır. Ne dedi o gün Başbakan? Kadıköy vapurundan kızlı erkekli inenlere bakıyormuş, rahatsız oluyormuş... Fatih, o vapurdan hepimiz inebilirdik, hepimizin eşi, çocuğu inebilirdi. O vapurdan inenler arasında türbanlılar, dindarlar da var üstelik. Herkes karışık orada. Türkiye bu zaten. Hepimiz varız.


Kitap bunları mı anlatıyor? Beyaz Türklerin isyanını mı anlatıyor yoksa nasıl ezildiğini mi?


Yok, alakası yok. Bu kitap kendimden yola çıkarak yaptığım genellemelerin kitabı. Bir beyaz Türk’ün kendi hissettiklerini, kendi yaşadıklarını toplumun geneline yansıtması. Çünkü benim korkularım, benim çevremin korkuları aslında genelin korkuları. Başbakan ne yazık ki onları korkutuyor. Başbakan “Ben kimin hayat tarzına karıştım, ben onlara ne yaptım” diyor. Kendi penceresinden öyle görüyor. Haklı olabilir ama bu insanlar korkuyorsa, tedirgin oluyorsa bir şey var demektir. Başbakan bunu anlamalı, hissetmeli. “Dindar nesil istiyorum, kindar nesil istiyorum” dediği zaman bu insanlar korkuyor. Ne hakkı var böyle empozeler yapmaya? Ben ne beyaz Türk istiyorum, ne başka türlü bir Türk. Ben “melez bir Türklük”ten yanayım. Benim gördüğüm beyaz Türkler endişeli. Ve bunlar her iktidarın gece rahat uyumasını engelleyecek bir durumdur. Bunlar sokağa çıkar, bunlar ortalığı karıştırır, anlamında söylemiyorum bunu. Ama bu kadar mutsuz, tedirgin bir kitle, hele bu kadar kalabalık bir kitle ise o ülkeyi yönetenler için sorundur.


Türk aydınına kızıyorsun, beyaz Türkleri eziyor, suçluyor diye. Türk aydını da aslında beyaz Türkler arasından çıkmıyor mu?


Bunlar belirli bir aydın tipi aslında. Ne kadar aydınlar, o da ayrı konu. Bunlar Türk düşmanı. Tarihin tüm suçunu Türklerin üzerine yıkmaya çalışıyorlar. Emin ol, Naziler bu kadar suçlanmadı. Dünya üzerinde nerede bir ayıp, bir insanlık suçu varsa bu aydın tipi orada Türkleri suçlamaya çalışıyor. Şunu kestiler, şunu astılar... Hep Türkler... Ben de soruyorum onlara: Ermenileri sahillerde yaşayanlar mı kesti? Benim ailem ne bir Ermeni kesti, ne bir Yahudi’yle sorun yaşadı.



Beyaz Türkleri ayrıcalıklı bir kesim olarak mı görüyorsun?


Hayır tam aksine. Ezilen, horlanan bir kesim olarak görüyorum. Tedirgin edilen bir kesim beyaz Türkler. Özellikle de kadınları tedirgin.


Peki o zaman şöyle sorayım. Sözcüleri olduğuna göre, beyaz Türklerin talebi ne?


Tek talepleri var, rahat bırakılmak. Karışılmamak. Ve tabii aşağılanmamak, suçlanmamak. Recep Tayyip Erdoğan’ın muhafazakâr yaşam talebi ne kadar haklı ise beyaz Türklerin muhafazakâr olmama talebi de o kadar haklıdır. Fatih Allah aşkına söyle, bizim bu ülkede Kürtler kadar talebimiz olamaz mı ya! Şunu da söyleyeyim Fatih: “Beyaz Türklerin sözcüsüsün” falan diyorsun ya, aslına bakarsan beyaz Türklerin bir bölümü de benden nefret ediyor.





Bunu yazmayayım istersen.


Hayır yaz. Bilerek söylüyorum bunu.




Peki o zaman kısa kısa sorayım. İnançlı kesimden beyaz Türk çıkmaz mı?


Olmaz mı, tabii çıkar. Bak bugün çok şık, çok Batılı tarz Müslümanlar var. Başlarını örtüyorlar belki ama aslında modern yaşama daha yakınlar. Mesela Sümeyye Erdoğan. Türbanını çıkar son derece modern. Türbanıyla da modern aslında.


Beyaz Kürt?


Var zaten. Beyaz Kürtler de var. Talepleri de bizimkiyle aynı. Talep de çok basit aslında. Kimse kimseye bir şey empoze etmesin. Toplumun yüzde 99’u İslami yaşam tarzını seçse bile geri kalan yüzde 1’e kimse bir şey demesin. Kadınların yüzde 99’u başını örtse dahi yüzde 1’e yan gözle bakılmasın. Talep bu.


Beyaz Türkler içki içmek zorunda mı?


Ne alakası var. Benim karım içki içmez. Sevmez. Annem beş vakit namaz kılar. Muhafazakâr bir aile yapısı aslında. Böyle beyaz Türk çok.


Ne demek istediğini gayet iyi anlıyorum. Peki bu beyaz Türklerin durumu nasıl düzelir?


Başbakan çoğunluğu sahillerde yaşayan ya da sahillerde daha yoğun olan bu insanlarla sosyal kontrat yapmak zorunda. Bu insanlar ellerine silah almadılar diye, dağa çıkmadılar diye yok sayılamazlar. Görmezden gelinemezler. Kimse merak etmesin, bunlar asla ellerine silah falan da almaz. Yahu arkadaş, bu insanlar çok şey istemiyor. “Beni korkutma, haysiyetimle oynama” diyor. Bunları rahatlatmak lazım. “Başbakan’ın bir meşruiyet eksiği var” diyemez kimse. Seçilmiştir ve meşrudur ama bu insanlar rahatsızken, kendini dışlanmış, ezilmiş hissederken meşruiyetin de tadı çıkmaz. Bunları rahatlatmak lazım.


Toplum ikiye bölünmüş durumda. Başbakan’a neredeyse tapma derecesinde hayran olanlar ve nefret edenler!


Bak bu nefret edilme meselesini ben de iyi bilirim, sen de iyi bilirsin. Benden de çok nefret eden oldu ve ben bir dönem bu nefret edilen olma durumundan hoşlandım. Kendimi farklı, önemli, ayrıcalıklı görmeme neden oluyordu. Ya da ona yoruyordum. Ama yanlıştı. Şimdi öyle değilim. Yaş ilerleyince aklım başıma geldi, diyelim. Başbakan’a da tavsiye ediyorum. Biraz nefret edilmeyen insan olmayı denesin.


Ama tapma düzeyinde sevenleri de var!


Felaket de burada. Başbakanlardan ne nefret edilsin, ne tapılsın. Sert çizgiler olmasın.




Savaşa gider gibi seçime gidiyoruz. Kaybeden sanki ülkeyi, özgürlüğünü kaybedecekmiş gibi bir hava var. Geçen hafta Fransa’daydım. Ertesi gün seçim varmış, anlamadım bile.


Bu seçimin kazananı olmaz. Kim kazanırsa kazansın karşısında bir yüzde 50 olacak. Ve kaybeden kendini çok kötü hissedecek. Böyle seçim mi olur? Bu yüzde 50’nin hangisi Türkiye? Bana göre ikisi beraber Türkiye.


Peki ne yapacağız bu histen kurtulmak için?


Bir çizgi çekmekten başka çaremiz yok. Bu Başbakan için de iyi. Onun da sırtında negatif bir yük var. Toplumsal ateşkese ihtiyacımız var. İspanya’nın Franco sonrası yaptığını yapmalıyız. Franco gidince İspanyollar masaya oturdular. Baktılar defter çok kabarık. Hesap çok yüklü. İç savaş yaşanmış, türlü şeyler olmuş. Baktılar içinden çıkamayacaklar. Defteri rafa kaldırdılar. Gördüler ki hesaplaşmaya kalkarlarsa daha çok sorun olacak. Hesaplaşma asla bitmeyecek.


Röportaj: Fatih Altaylı

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.