Polisiye edebiyatın güçlü ismi Celil Oker’le bir röportaj için buluştuk. Bir ara, yeni çıkan “Ateş Etme İstanbul” da dahil olmak üzere yazdıklarının popüler kültürün bir parçası olup olmadığını sordum ona. “Edebiyatla popüler kültür arası bir yerde durmalarını tercih ederim” diye cevap verdi. “Benim romanlarımı okumak Proust’unkiler kadar zahmetli değildir ama havaalanlarında satılan kitaplar kadar yüzeysel de sayılmazlar.” O böyle deyince, birden ben de uyandım. Evet ya uçakta, dolmuşta, vapurda,metroda, parkta, kafede bizi oyalayabilen kitaplar da vardı ve onları okurken kimsenin derin sessizliklere, yoğun konsantrasyonlara ihtiyacı olmazdı. Hayatın olağan sesleri arasında da kapılıp gidebilirdiniz anlattıkları hikâyelere. Sizi oyalar, günlük hayatın keşmekeşinden koparıp hafifletirlerdi.


Böyle düşününce, geçen hafta yazdığım“Gezi’yi anlamak için okunacak kitaplar” yazısına bir de “Yazı serin geçirmenizi sağlayacak kitaplar” yazısı eklemek doğru olur gibi geldi bana. Şimdi lütfen plajda, teknede, hamakta, terasta, hiçbiri mümkün değilse bir yaz akşamı püfür püfür esen rüzgâra yüzünüzü verip balkonda okuyabileceğiniz kitaplardan yaptığım derlemeye bir göz atın. Unuttuklarım, atladıklarım varsa da bana bir e-posta atarak atın...


Hüzünlü mağlupların iyimser kitabı

“Hüzünlü mağlupların iyimser yazarı” Mahir Ünsal Eriş’in ilk kitabı Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde’yi hatırlayanlar, Olduğu kadar Güzeldik’i de mutlaka okuyacaklar eminim. (İletişim Yayınları) Ama bu kitabı plajda değil, sahildeki gölgeli çay bahçelerinin birinde okumalısınız. Fonda bangır bangır Yıldız Tilbe çalması kaydıyla. (Zaten kitabın adı Tilbe’nin bir cümlesi.) Kapağında, yazarının henüz çocukken babasıyla sahilde çektirdiği bir fotoğrafla karşılaştığımız bu küçük, ışıklı kitabı herkese tavsiye ediyorum. Ona neden “yaz kitabı” dediğimi anlamak için şu alıntıya bir göz atın... “Meydandaki çay bahçelerinden birine oturmak geldi içimden sonra. Çünkü Erdek bir kitap olsaydı, bu çay bahçeleri ilk cümlesi olurdu onun. Gelindi mi oturulmalıydı. Bir çay, birkaç sigarayla, kıyıda kayığında ağ onaran, çapari kösteği hazırlayan balıkçıları seyretmek, bir tost isteyip, bacaklarıma sırnaşan kedilere atmak, yakın masalarda konuşulanları dinlemek, birini bekliyormuş gibi ikide bir saate bakmak iyi gelebilirdi. Gelmeliydi en azından. Yine yaz akşamları. Yaralı tekneler, küflü sesler. Erdek’te çay bahçeleri, bıkkın orkestra, tatsız garsonlar. Ezine, Susurluk, Bandırma, burası Ankara, orası Samsun! Yalandan bayılanlar, bilmezden gelinenler, kaybolan dayılar... Uykusunda ağlayan adamlar, pişmanlar, yorgunlar. Para için mırın kırın, laf dokunduran konuşmalar. Nerede bu Türkan Şoray?”


Sokaktaki insanın TC sözlüğü

Notos Kitap’tan çıkan Sokaktaki İnsanın TC Sözlüğü’nün yazarı Akdoğan Özkan şunları anlatıyor: “Bir klişe olarak ‘Sokaktaki İnsan’, Türkiye’de kısa bir süre öncesine kadar, TV kanallarının mikrofon uzatıp mizah malzemesi çıkarma gayretlerinin nesnesi konumundaki insandı. Bazen magazin gündemindeki bir olayla bazen de sebze meyve fiyatlarıyla ilgili fikrini öğrenmek üzere mikrofon tutulurdu ona. Nadiren siyasetle, mesela yaklaşan seçimlerle ilgili bir şey sorulurdu.” Mayıs sonunda başlayan Gezi Parkı olaylarıyla birlikte sokaklar dolmaya, bir şeyler değişmeye başladı. Ezber bozulmuştu. Bambaşka bir “sokaktaki insan” vardı artık. Biber gazına ve tazyikli suya aldırış etmeden direnmeyi sürdürüyor, haberini ve mizahını da kendisi yapıyordu. İşte Akdoğan Özkan, hem tanık olduğu bu olayları, hem de başta kadın-erkek ilişkileri olmak üzere gündelik hayatın pratiklerini kuşatan 800 olgu ve kavramı, biraz mizahi biraz da politik bir yaklaşımla ve bir sözlük formunda ele almış. İlham kaynağı 1896’da Lehçetü’l Hakâyık adlı bir mizahi sözlük kaleme alan Direktör Âlî Bey. 350 sözcükten oluşan Lehçetü’l Hakâyık yer yer hicive, yer yer istihzalı bir üsluba bulanmış bir mizah başyapıtıymış. Önemiyse, Osmanlı İmparatorluğu’nda gündelik ve siyasal yaşamı olduğu kadar kültürel arka planı da yansıtmasıymış.


Kamçılı ya da ejderhalı erotizm

E.L. James’i son 10 yılın en hızlı parlayan yazarı yapan Grinin 50 Tonu... (Pegasus Yayınları) Sylvia Day’in Sana Soyundum’la başlayıp Sana Bağlandım’la süren ve Eva Trammel ile Gideon Cross’un alevli aşklarının anlatıldığı Crossfire Üçlemesi... (Doğan Kitap) L. Marie Adeline’in yazdığı ve kısmen spiritüel, kısmen feminist S.E.C.R.E.T... (Epsilon Yayınları) Indigo Bloome’un Oyuna Var Mısın adlı, araya psikolojiye dair istatistiklerin falan da sıkıştırıldığı garip fantezisi... (Altın Kitaplar) Ama işte “araya parça katılmış beyaz dizi” formatlı yeni nesil erotik romanların sonuncusu benim cidden dudağımı uçuklattı. G.A. Aiken’in yazdığı Ejderin Arzusu kelimenin tam anlamıyla bir “fantastik fantezi”. (Ephesus Yayınları) O da neyin nesi diye soranlara, şöyle anlatabilirim: Olaylar düşsel bir ülkede geçiyor. Kahramanlardan biri lakabı “Lord Kibirli” olan gümüş yeleli bir ejderha, diğeriyse sivri dilli güzel cadı Talaith. İkisi kitap boyunca bol bol kavga ediyor, daha çok da sevişiyorlar. Biz de böylece bir ejderhalı erotik roman okuma fırsatını kaçırmamış oluyoruz. Neyin fırsatıysa bu artık!

Fantastiğin tekinsiz sularında

Fantastiğin sularında gezinmek ölürler. Ya sonra? isteyenler, Yerdeniz serisi ve Mülksüzler gibi eserleriyle tanıdığımız Ursula K. Le Guin’in Malafrena’sının da nihayet yayınlandığını öğrenmekten mutluluk duyacaklar. (Metis Kitap) Malafrena, yazarın başka bazı öykülerinde de karşımıza çıkan hayali ülke Orsinya’da geçiyor. Hayali dediğime bakmayın, resmedilen ortam ve ele alınan meseleler son derece gerçekçi. Orsinya, sansürün insanları susturduğu, kısıtlamaların her türlü muhalefeti engellediği, iktidarın katı ve kati bir hal aldığı bir ülke. Kahramanımız İtale Sorde de bunlarla mücadele etmek için Malafrena Vadisi’ndeki aile toprağını terk edip siyasi çalkantıların hüküm sürdüğü başkente gidiyor. Amacı, devrimci idealleri doğrultusunda toplumun özgürleşmesine katkıda bulunmak. Tabii tüm iyi niyetine rağmen bunun kolay olmadığını öğrenecektir.


Michael Faber’ın Derinin Altında’sına gelince; son zamanlarda okuduğum en güzel kitaplardan biri. (Sel Yayıncılık) Günahkar Kırmızı Masum Beyaz,cYağmur Yağmalı gibi etkileyicickitapların yazarı Faber uzun boylu, kaslı erkek otostopçuları arabasına alan tuhaf bir kadınla tanıştırıyor bizi. Isserley’nin gerçekte kim olduğunu, neyi amaçladığını öğrendiğimizdeyse kanımız donuyor. Fakat avcı bir kadın ve otostopçu erkekler yok sadece bu romanda, çorak bir gezegenden gelen uzaylılar, çölün ortasına inşa edilmiş bir korsan mezbaha, estetik ameliyatla zorla insana benzetilmiş ve istemediği bir işi yapmaya zorlanmış bir yaratık ve tüm güzelliğiyle, ihtişamıyla tabiat var. Kanlı ve ürkütücü görünen bir hikaye aracılığıyla insanoğlunun tabiatla ilişkisinin derinliğini böyle güzel ve şiirli anlatmayı başardığı için Faber’ı kutlamak isterdim.


Haber: Gülenay Börekçi

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.