Bir genç yazar yazdığı ilk oyununu gönderdikten birkaç gün sonra tiyatroya çağrılır. Camianın büyük saygı duyduğu ünlü rejisör onu bekliyordur.


Genç yazar uçarcasına gelir tiyatroya... Kendisine ünlü rejisörün prova için sahnede olduğu söylenir. Tarif edilen kapılardan geçip merdivenlerden inerek bir anda kendini sahnede aktörlerin arasında buluverir genç yazar...


Projektörler nedeniyle ne yana gideceğini bilmez haldeyken gür bir ses duyulur. “Turgut Özakman! Ceketini ilikle!”


Genç yazar, önünü iliklerken, “Bağışlayın hocam, sizi göremedim” der.


O ses yeniden gürler:


“Oğlum benim için değil, sahnede olduğun için ilikleyeceksin!”


İşte o sesin sahibi Muhsin Ertuğrul’dan başkası değildir.


Bugün Muhsin Ertuğrul’u tanımayanlar mutlaka vardır.


Kendisi... Türk tiyatrosunu, batı anlayışıyla buluşturmuştu. Müslüman Türk kadınını perdeye ve sahneye çıkarmıştı. Türk Tiyatrosu’nu dramaturgi kavramıyla tanıştırmıştı. Türk oyun yazarlarının sayısının artmasını sağlamıştı. Tiyatro eğitiminin üniversiteye girmesi için uğraşmıştı.


On altı yaşında gönlünü tiyatroya veren, sahneye ilk çıktığı günden son perdesine kadar heyecanı bitmeyen Muhsin Ertuğrul, ailesinden bile vazgeçmişti tiyatro aşkı uğruna...


Shakespeare’in ünlü Hamlet’ini sahnelediğinde “Seyirci ilgilenmez” diyenlere kulak tıkayan da oydu... Her gece tiyatro açıp, üç kişilik seyirciye oyun sahneleyen de...


Yurtdışında prestijli ve zengin bir yönetmen olma fırsatını; “Sahnede heyecan duymadıktan sonra neme lazım para, neme lazım rejisörlük” diyerek geri tepen de oydu...


Türk Tiyatrosu ne zaman ihtiyaç duysa, Muhsin Ertuğrul oradaydı... Kararlıydı, prensipliydi, dediği dedikti... Bu özellikleri hem çok sevildi hem nefret edildi...


Şehir Tiyatroları onun sayesinde altın çağını yaşadı. Öğrenci gösterileri, 18.00 matineleri, ucuz bilet uygulamaları... Gezici tiyatrolar, kahvelere tiyatrolar, öğle paydosu tiyatroları... Hepsi Muhsin Ertuğrul’un uygulamalarıydı...


Devlet Tiyatroları’nda göreve başladığı ilk yılda seyirci sayısını üçe katlamıştı ama daha fazlası olmalıydı. Bütün isteği, tiyatronun olabildiğince çok sayıda seyirciyle buluşmasını sağlayabilmekti.


Hiç usanmadı, hiç bıkmadı, hep söyledi, dilinde tüy bitti:


“Eğer tiyatro Anadolu’nun en ücra yerlerine kadar gidemezse taassuba, sahte dindarlığa, yalana, riyaya karşı açılan mücadelede silah olarak ne kullanacağız? Benim fikrimce, sarığın her kara kafayı örten üç arşın beyaz salaşpur olduğunu, cüppenin bütün kirleri kapayan siyah bir çuhadan başka bir şey olmadığını halka anlatacak yegane kürsü sahnedir. Ancak oradan bağırılır: Heey, hocalar, softalar, mollalar! Bugün din piyasanız kaça? Allah’a, peygamberinizi bugün kaça satıyorsunuz, diye...”


“Sevene her gün tiyatro!” diyebilsek keşke ama diyemiyoruz işte!


Çünkü bugün tiyatronun hala ayak basmadığı topraklar var bu ülkede...


Bundan 120 yıl kadar önce dünyaya gelmiş ve 87 yıllık hayatının tamamına yakınını tiyatroya vakfetmiş Muhsin Ertuğrul herhalde şimdi yattığı yerden kafasını sallıyordur; “Ben size demiştim” diye...


Hazırlayan: Fatma Belgin



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.