Mesleklerinin doruğunda iki ünlü fotoğrafçı onlar; Tamer Yılmaz ve Ayten Alpün Yılmaz... 22 yıllık beraberliklerinde “Fabrika” markasını yaratmışlar. Jose Morinho’dan Abdullah Gül’e pek çok dünya ünlüsünün fotoğrafları bu fabrikadan çıkmış. 13 yaşındaki ikizlerinden biri bedensel engelli. Ayten’in kanser olduğunu öğrendiklerinden beri hayatın başka türlü farkındalar. Onlar artık korkusuz, ön yargısız, her şeyden öte kalıpsız. Hastalık yokmuş gibi yaşayıp onu da alt etmişler.


Türk milleti olarak arabesk olaylara bayılırız. Hele işin içinde ünlüler, kanser, engelli bir evlat varsa. Bu söyleşi bütün bu unsurları barındırıyor. Ama şimdi okuyacaklarınız bir dram değil mutluluğun yolunu gösteren umut dolu bir hayat dersi... Okuyup da öykünün yalnız dram yanını alıp çinden “Vah vah” diyenler varsa, kendilerine üzülsünler.




Hem işte hem evde bunca yıldır aynı yüze bakmak zor olmuyor mu?


Ayten Alpün Yılmaz: Tamer’le 22 yıldır birlikteyiz. “Neden hâlâ birliktesiniz” diye soracak olursan “Bilmiyorum”dan başka bir cevabım yok.




Bildiğim kadarıyla sen evcimen bir insansın, ya Tamer?


A.A.Y.: O tam bir sokak köpeği... Birlikte yaşadığın insanı olduğun gibi kabul etmek zorundasın. Tamer’in dışarıda, insanların arasında olmaya ihtiyacı var. İnsanları değiştiremezsin. Kimseyi değiştirmeye hakkın da yok zaten.




Türk kadını olsa tasmayı takmıştı. İçindeki Avrupalı’dan mı geliyor hayvan sevgisi. Tam olarak nerelisin?


A.A.Y.: Annem İsveçli, babam Türk.




Çok merak ettiğim bir şey var. Bu kadar güzel kızlar, mankenler var Tamer’in etrafında. Çevresinde böylesine huriler dolaşırken kıskanmıyor musun?


T.Y.: Ben söyleyeyim. Mesela birini beğenmişsem Ayten hemen hissediyor, çekim yaptığım yere geliyor; “Geçerken uğradım canım, özlemişim” diyor, dudağımdan öpüp gidiyor. Kızdaki cilve anında kesiliyor tabii...

A.A.Y.: Aslında aynı işi yapmasaydım herhalde Tamer benimle bu kadar uzun süre evli kalmazdı. Bana gelene kadar Tamer eğitilmişti. Beni asıl yoran çevremdeki “Nasıl dayanıyorsun, o gidip kadınları elliyor kızmıyor musun” diyenler oldu. Rahat olmam insanları rahatsız etti.




Nasıl tanıştınız? İsveç’te karlı bir günde göz göze mi geldiniz?


A.A.Y.: Yok canım... İsveç’te 4 sene bir fotoğrafçının asistanlığını yapmıştım. Sonra Londra, İspanya derken Türkiye’ye geldim. Burada fotoğrafçılık yapabilir miyim diye düşünüyordum.




Ve ünlü fotoğrafçı Tamer Yılmaz hızır gibi yetişti...


Tam olarak değil. Bir akşam yemeğinde biriyle tanıştım, “İki fotoğrafçı arkadaşım var, onlarla görüş istersen” dedi.




Onlardan biri genç ve yakışıklı Tamer tabii...


A.A.Y.: Yok canım, sıska kara kuru bir şeydi.




Ama ilk görüşte âşık oldun bu sıska şeye...


A.A.Y.: Hayır o da olmadı. Aşk çok sonra geldi. Bir süre bunlara takıldım. Marie Claire için çekim filan yaptım. Eylül ayı geldi, İsveç’e döneceğim...




Bu arada asılıyor mu Tamer sana?


A.A.Y.: Asılmıyor da kaçırmak da istemiyor. “Karşıya seni ben bırakayım” filan gibi ağabeylilik yapıyor hesapta.


T.Y.: Amcasıydım! (Gülüyor...) Bir gün “Bende bir oda boş, orada kalırsın” dedim. “Kiraya ortak olurum” dedi. Geldi.




'Kanseri öğrenince aklıma ilk çocuklarım geldi'


Sonra bir sabah uyandınız, evcilik oyunu oldu aşk oyunu...


A.A.Y.: Uyandık... Üzerinden 22 yıl geçti... Ama evlenmeden önce 8 yıl birlikte yaşadık.




Sekiz yıl sonra mı geldi aklına gelinlik giymek?


T.Y.: 8 yıldır aynı evin içindeydik, dolayısıyla evliydik zaten. Çocuk yapmaya karar verince resmi nikâh yaptık. Çünkü Türkiye şartlarında çocukların annesi babası evli olmalı. Kısaca kendimiz için değil de onlar için yaptık bunu.




Çocuk insanın yaşamında çok şey değiştiriyor değil mi?


A.A.Y.: Tabii hayatındaki öncelikler değişiyor. Mesela kanser olduğumu öğrendiğim zaman ilk önce “Eyvah” dedim, “öleceğim, çocuklarıma ne olacak?”




Kanser için aile hastalığı derler. Biri yakalanınca tüm aile etkilenir. Durumu öğrenince sen ne tepki verdin Tamer?


T.Y.: Hastanede, hemşirenin gelişinden anlamıştım iyi haber vermeyeceğini. Çok güleç yüzlüydü, başka şeylerle ilgili gibiydi. Sonra geldi “Sizi doktorla görüştürmem lazım” dedi. O zaman Ayten çöktü tabii.




'Engelli oğlumun acınacak bir durumu yok'


Ya sen Ayten, isyan edip “Neden ben” diye sorguladın mı kendini?


Neden ben diye düşünmedim de... Göğsümde bir kist olduğunu Tamer’den önce öğrenmiştim. Bastırınca ağrıyordu, bir de “Ağrımaz” derler. Tamer o sırada İstanbul’da değildi. Sonucu öğrenmeden söylemek de istemedim. İkizlerimizden biri bedensel engelli. Onun fizyoterapistine açtım durumu.




A pardon, oraya geliriz de ama önce şunu merak ettim. Engelli bir çocuğum var dedin...


A.A.Y.: Tibet’in bizim ailemize düşmesi onun en büyük şansı. Türkiye gibi bir ülkede engelli olmak kolay değil. Çocuğunu kapatan, bağlayan aileler bile var. Biz onun için elimizden geleni yapıyoruz. Tibet’i engelli olarak görmüyoruz bir kere. Hiçbir zaman insanlardan çekinmedik, utanmadık.


T.Y.: Öyle eyvah gibi bir şeyimiz olmadı.




Zor bir durum. Onu hayata nasıl hazırlıyorsunuz?


A.A.Y.: Her şeyden önce ona acımıyoruz, zavallı muamelesi yapmıyoruz. Geçen gün bir şey yapmakta zorlanıyordu, yardım etmedim. “Sen bana hiç acımıyor musun” dedi. Güldüm, “Acımıyorum, çünkü acınacak bir durum görmüyorum” dedim.


T.Y.: Bizim ev üç katlıdır. Tibet’in odası en üstte, çatı katında.




Acımamak işini biraz abartmıyor musunuz, ben zor çıkıyorum üç katı...


A.A.Y.: Özellikle orada. Mücadelesiz geçmeyecek hayatı. Hep zorlanacak, dolayısıyla zorluklarla baş etmeyi öğrenmeli.

T.Y.: Mesela özel okula gidiyor. Pek çok kişi çocuğunu şoförlü arabayla gönderiyor, bizimki servisle gidiyor. Biz yarın olmayacağız. Biz yokken hayatını devam ettirmeyi öğrenmeli...



'Ölümün yanından korkusuzca ayrıldım'


Peki gelelim o güne, Tibet’in fizyoterapisti ile konuşuyordun...


A.A.Y.: Öyle bir şey söyledi ki, “Sen hastalıklardan söz ederken hep ders alınması gerektiğini söylerdin. Artık hastalıklardan değil başka yollardan öğren” dedi.




Bir anlamda hastalığı davet ettiğini söylemiş sana.


A.A.Y.: Aynen. Hasta olacağım korkusuyla çağırdım kanseri. Daha önce kendimi defalarca o hasta yatağın içinde görmüştüm. Bunu ben oluşturdum.




Pişmanlık duygusu sarmıştır içini.


A.A.Y.: Tam tersi. “Bunu yaratma gücüm varsa tersine çevirme gücüne de sahibim” dedim. Yani ölümle göz göze geldim ama korkusuzca ayrıldım


yanından.




'Memesi alınınca Ayten Amazon'a benzedi'


Vücudun kanserle, beynin de bu düşüncelerle mücadele ediyor.


A.A.Y.: Kendi gerçeğimizi yaratıyoruz. Kimsenin bir şey yaptığı yok. Evren tarafından önümüze birtakım dersler konmuş, işimiz her kilidi açmak, her engeli aşmak.




Peki Tamer, sen durumu öğrenince ne dedin Ayten’e?


T.Y.: “Bu meme gidince Amazon kadınları gibi olursun” dedim. Hani onlar rahat ok atabilmek için sol memesini keserler ya...




Amazon gibi güçlü kadın zaten Ayten...


Hatta geçenlerde “Bir de o tarafı açık elbise diktir, oraya da bir dövme yaptır...” dedim..




Valla alem adamsın.


T.Y.: Neden, orada müstehcen olacak madde kalmamış zaten.




'Seks hayatımız hiç etkilenmedi'


Bu kadar rahat konuşuyorsunuz madem ben de “ayıp” bir soru sorayım. Bu olay cinsel yaşamınızı nasıl etkiledi?


T.Y.: Memeyle işim olmadığını söylemiştim zaten...


A.A.Y.: Merak ettiğin buysa seks hayatımız devam ediyor hâlâ...


T.Y.: Neden devam etmesin canım. Belki diğer erkekler farklı düşünür ama dediğim gibi binlerce meme görmüşüm. Benim için hareket eden organlar seksidir. Eller bacaklar gibi. Memeler kendi kendine jöle gibi sallanan şeyler. Eskiden arabalarda vardı ya kafasını sallayıp duran köpekler. Onun gibi bir


durum.




Belki senin için önemli değil ama karın için önemli olabilir. Ameliyattan sonra estetik yaptırdın mı Ayten?


A.A.Y.: Yaptırmadım ama yaptıracağım.




Gördün mü onun için önemliymiş Tamer.


A.A.Y.: Önemli ama düşündüğün sebepten değil. Protezle rahat edemiyorum, bana ait olmayan bir şey gibi geliyor, bu nedenle sütyen takamıyorum.




'İkizlerden biri çok mutaassıp'


Takma ne olacak, hippiler gibi işte...


Olur mu, sütyen takmadığım için sağlam göğsüm dizime kadar indi neredeyse. O yüzden bir estetiğin zamanı geldi. Ama bu halimle de barışığım, böyle üstsüz fotoğraf bile çektirdim.




Bize verirsin artık o fotoğrafı röportajda kullanmak için...


T.Y.: Aman sakın. Bizim ikizlerden Robin, geçen gün internette bulmuş o resmi “Anne sen soyundun mu, rezil ettin beni okulda” diye bağırıyordu. Nasıl oluyorsa bizden mutaassıp bir çocuk çıkmış.




Adını yanlış koydunuz herhalde. Robin değil.


T.Y.: Aslında “Osman filan” dememiz lazımmış, tam bir Osmanlı erkeği. Geçen gün baktım “Baba sen kızlarla bilmem ne yapıyormuşsun, çıplak kızlarla fotoğrafın var” diye benden bile hesap soruyor.




Peki çocuklara ameliyat olayını nasıl anlattınız?


A.A.Y.: Çocuklar senin ağzından çıkana değil, yaydığın enerjiye ve duygulara bakar. Direkt anlattık




'Piyasadaki herkesi çıplak gördüm'


“Varsın alınsın meme” dedin yani ilk günlerde...


T.Y.: Tabii, benim için fark etmez. O kadar çok meme gördüm ki bıkmış durumdayım.




İşin gereği elinin altında devamlı meme var tabii..


T.Y.: Bu bir mesleki deformasyon... Piyasadaki neredeyse hemen herkesi çıplak gördüm




“Hiç cazibesi yok” diyorsun yani...


Belki tazeyken körpeyken tamam da 20 yaşından sonra hiç özelliği kalmıyor zaten memenin.




Valla bu kız iyi dayanmış sana bunca yıl. Peki ameliyat günü geldi çattı. Heyecandan eliniz ayağınız titriyor tabii.


A.A.Y.: Benim dışımda herkes çok heyecanlı ve gergin. Sabah 7’de gittik hastaneye. Bahar Korcan, Cem Gork, Hakan Öztürk filan hazır bekliyorlar. Odamı da feng shui’ye göre seçtirmişler.




O neden? Feng shui kansere de mi iyi geliyormuş?


A.A.Y.: Yok canım. İşte kuzeyden bilmem ne enerjileri alacakmışım, başım şu yöne bakmalıymış filan. Bahar da kumaşlarla odamı feng sui’ye göre yeniden dekore etmiş. Perdeleri atölyesinden getirdiği kumaşlarla bir balo salonu gibi süslemiş.




Siz ameliyata değil, lunaparka gitmişsiniz.


A.A.Y.: Aynen öyle, çok komikti. Tam bir parti havasıydı. Hakan’dan fuşya rengi bir sabahlık istemiştim. Onu diktirmiş getirdi, kenarlarında tüyler, kafamda pembe ponponlar, yatağın içinde parti kızı gibi oturuyorum.




'Serdar Bilgili'ye 10 üzerinden 8.5 veriyorum'


Aşk konuştuk, seks konuştuk, felsefe yaptık, hayatı da biraz irdeledik şimdi sıra işe geldi... Peki meslekte kendine rakip olarak gördüklerin var mı?


T.Y.: Böyle bir hırsım yok. Çok geç başladım moda fotoğrafçılığına. 32 yaşındaydım, kimseyi de rakip görmedim.




Serdar Bilgili de bugün önemli bir fotoğrafçı. Ona Ara Güler’in izinden yol açan da sen misin?


T.Y.: O zaten kendi yolunu bulmuştu. Serdar’a bir stüdyo kurdum. Geldiğinde pek çok şeyi biliyordu. Sadece biraz ışığı filan öğrettim.




Peki hocam, 10 üzerinden kaç verirsin Bilgili’nin fotoğrafçılığına?


T.Y.: Vallahi 8.5 veririm. Müthiş bir disiplini var. Ama biraz sertliğini atması lazım. O 1.5 notu da fotoğraf çekerken kendini biraz kasmasından kırdım.




Başka yetiştirdiğin ünlü isim var mı?


T.Y.: Yetiştirmek demeyelim de Nihat’ın (Odabaşı) fotoğrafçılığa başlamasında da büyük payım vardır. O günlerde, Şamdan Dergisi’ne prodüksiyonlar yapıyordu. Fotoğrafçısıyla kavga etmiş, “Sen çeker misin” diye bana geldi...




Nihat senden bir balık istedi sen ona balık tutmayı öğrettin demek.


T.Y.: Öyle oldu biraz. Bir defalık çektim. Sonra ona bir makine aldık. “Sana devamlı biri lazım, o sen ol bari” dedim. Biraz yolu yordamı gösterdim. Öyle başladı işte.




Bir de eski ustalardan Erol Atar vardı...


Erol Atar, Tamer tutar...




Erol Atar’ın dönemindeki bütün teknikler değişti. Photoshop’lar, dijital kameralar filan...


T.Y.: Evet bunlar fotoğrafın botoksu oldu işte.




Ne yani, photoshop çıktı mertlik bozuldu mu?


T.Y.: Pek sayılmaz. Eskiden negatif filmin üzerinde rötuş yapardık. Şimdi aynı şeyi photoshop’la resme çok müdahale etmeden yapıyorum.




Düşünsene şimdi 45 yaşındaki kadının 28 yaşındaki biri gibi fotoğraf çektirdiğini. Fotoğrafta şike değil mi bu?


T.Y.: Asıl felaket 65 yaşındakinin 25 gibi çektirmesi.




Daldan dala atlıyoruz ama bizim ünlüler mi yoksa yabancılar mı daha kaprisli?


T.Y.: Tabii ki bizimkiler. Daha hamken “ben oldum” durumları var. Dünyada celebrity’lerle çalıştım, cumhurbaşkanlarını çektim ama bizimkiler bir acayip.




"Onları görünce aşk bu işte dedim"


Yabancı ünlüler kaprissiz dedin ama kendi lafını kendin çürüttün.


T.Y.: Hepsi değil canım.Mesela Lost’taki Josh Holloway dünya iyisi bir çocuk. Karısıyla da tanıştımama şok oldum... Öyle bir kadın ki... Allah söyletmesin...




Çirkin mi yani?


T.Y.: Çirkinden daha başka bir şey. Alakasız iki insan. Oğlan kocaman dev gibi, kadın öyle incecik ki sanki başka dünyadan gelmiş. Ama nasıl uyum sağlıyorlar aklın durur... Onları görünce aşk bu işte dedim.




Ne yani, onlarınki aşksa sizinki ne? Âşık değilmisin karına?


T.Y.: Âşık değilim, seviyorum...


A.A.Y.: Aşk olsa yürümezdi, sevginin bitmemesi önemli.




'Abdullah Gül’ün 1 saatlik çekimi 5 saat sürdü'


Cumhurbaşkanlarınu çektim dedin. Hangisi?


T.Y.: Abdullah Gül.




Protokolden dolayı zordur herhalde Cumhurbaşkanı’nı çekmek.


T.Y.: Yok canım, onun için söylüyorum ya. O kadar sakin ve güzel bir çekimdi ki, 1 saatliğine gittim 5 saat kaldım.




Çalıştığın en kaprisli politikacı kimdi? Politik bir cevap istemiyorum ama..


T.Y.: En kaprisliler ANAP’lılardı.




İyi ki de politik değil cevabın. Bari ben sorayım; Mesut Yılmaz mı?


T.Y.: Mesut Bey kaprisli değildi ama sigara içmekten fotoğraf çektirmeye vakit bulamadı. 5 dakika bıraksa sigarayı çekeceğiz. En çok o yordu beni.




Peki ya sosyal demokratlar?


T.Y.: Deniz Baykal çok enteresan bir adam. Kürsünün arkasından halkı selamlar gibi fotoğrafını çekeceğiz. Kırışmasın diye gömleğini dışarı çıkardım. Nasılsa görünmüyor. “Yahu Tamer biliyorum görünmüyor ama böyle yaparsam kendimi halkı kandırmış gibi hissediyorum” dedi ve gömleğini pantolonunun içine soktu.




'Ayşe Arman, Jose Mourinho'ya dokununca'


Gel biraz Türkiye hudutlarını aşalım. Yabancılardan canına okuyan oldu mu?


T.Y.: Mr Big... Yani Sex and the City’deki Chirs Noth.




Dizide de Carrie’nin canına okudu, sana ne yaptı?


T.Y.: Meğer kendine “Mr. Big” denmesine çok sinirleniyormuş. Ne bilsinler stüdyodakiler adamı öyle çağırmış, bir agresifleşti ki görmeliydin.




Agresiflerin kralı Jose Mourinho’yu çekmişsin. İlk aklına gelen Mr. Big mi oldu?


T.Y.: İnanmazsın ama Jose Mourinho’yu sadece 12 dakikada çektim. Reklam filmi ve fotoğraflar için 5 saat vakit ayırmış. “5 dakika fazla kalmam” diyor adam. Bu süre içinde Levent Semerci de reklam filmini çekecek, o da haklı olarak bana vakit vermiyor.




Levent’i nasıl razı ettin sonunda.


T.Y.: Tam razı oldu diyemem. O ışıkları bir odadan diğerine taşırken kaşla göz arasında çektim. Fotoğraflardan birinde de Ayşe Arman vardı. Adamın koluna şöyle bir dokundu, hani samimi poz olsun diye.




Oldu mu bari?


T.Y.: “Olan oldu” desek daha doğru olur. Adam“Lütfen dokunmadan poz verelim” demez mi...




'Ajda fotoğraflarını görmeden beğenmedi'


Adam yıllardır bizi kandırdı fotoğrafa gelince dürüstlük abidesi oldu. Peki bizim ünlülerden Diana Ross kaprisi yapan var mı?


T.Y.: Ajda (Pekkan) ile Polisan reklamı çekiyoruz. Saatler süren çekim bittikten sonra Ajda daha fotoğrafları görmeden “Çocuklar bu deneme çekimi olsun ben beğenmedim” dedi.




Yahu daha fotoğrafları görmeden neyi beğenmemiş?


T.Y.: Ben de onu sordum zaten. “Makyajımda kostümlerimde iyi değil” dedi çekimi iptal etti. Ertesi gün bir daha çektik.




Onu beğenmiştir inşallah.


T.Y.: Görmeden onu da beğenmedi. Bu sefer saçları iyi değilmiş. Ondan sonra pes ettim, “Çekmem artık” dedim.




Mesai boş yere gidiyor küplere binmişsindir herhalde.


T.Y.: Yok ya, her defasında paramı alıyorum. Ama tabii bu durumda başkası olsa dört defa daha çeker. Benden sonra iki kere de Ayşe Ersayın çekti. Senin anlayacağın en zor çalışmam Ajda ile oldu.



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.