Bundan birkaç sene evvel kadınlara eziyet etmeyi seven bir adam ile bakire bir kızın aşk hikayesi tüm sinema salonlarında gösterilecek ve bu film tüm dünyada izlenecek denseydi ne düşünürdük bilemiyorum. Ama hikayesine bir türlü ısınamadığım “Fifty Shades” serisinin bende uyandırdığı duygu bu: Çok karmaşık, duygu dolu, derin psikolojik ve felsefi altyapısı olan bir öykü olabilecekken ‘ilginç, bol erotizmli, basit bir aşk hikayesi’ne dönüşmüş, biraz da ziyan edilmiş bir aşk hikayesi.


E. L. James’in yazdığı Elli Ton serisi, üç kitaptan oluşuyor. Grinin Elli Tonu, Karanlığın Elli Tonu ve Özgürlüğün Elli Tonu. Serinin ilk kitabı, 2015’te sinemaya uyarlanmıştı ve birçok ülkede daha gösterime girmeden satış rekorları kırmıştı. İlk film ile ilgili yazı şurada.


Hikayenin başında masumiyet abidesi Anastasia’nın zengin ve yakışıklı, ama biraz ‘sapık’ Christian Grey ile başlayan aşkı bir türlü tutunamamış, Bay Grey’in sado-mazoşist ihtiyaçlarına karşılık veremeyeceğini düşünen Anastasia, gözyaşları içinde sevdiğini terk etmişti.



Serinin ikinci filmi Karanlığın Elli Tonu, prodüktörlerinden gelen “bu sefer daha çok karakterlerin dünyasına ineceğiz” mesajıyla ucuz bir seks filmi olmayacağı hissi uyandırmıştı. Fragmanlarda gördüğümüz kadarıyla biraz da aksiyonlu, gerilimli, heyecanlı bir film olacaktı. Kitabı okuyanlar zaten neler olup bittiğini biliyorlar. Ben yalnızca filmde gördüğüm, ya da ne kadar uğraşsam da bir türlü göremediğim detaylarla ve hayal kırıklıklarıyla sizi biraz yormaya niyetliyim.




Öncelikle söyleyeyim, filme serpiştirilmiş bir iki aksiyon kırıntısını zaten fragmanda görüyoruz, bundan daha fazlası yok. Grey’in eski sevgilisi (ya da eski ‘seks kölesi’) Leila’nın bizim hanımkızın peşine düşerek “bende olmayan ne var ulan sende!” diye dellenmesi ve durduk yerde gerçekleşen, hikayenin içinde de herhangi bir yere bağlanmayan bir helikopter kazasından ibaret tüm aksiyon. Fragmanda gördüğünüz o maskeli balo sahnelerinden herhangi bir beklentiniz olmamalı yani.


Ama yine fragmana serpiştirilmiş erotik sahnelerden filmde bol bol bulacağınız garanti. Artık sevdiceğinin yanında uyumaya, normal bir sevgili olmaya karar veren Christian, bulduğu her fırsatta Anastasia’yı tatmin etmenin peşine düşüyor. Toplum içinde çaktırmadan oynanan küçük seks oyunları (gerçi restoranda iç çamaşırını çıkarıp sevgiliye uzatmak artık neredeyse bir klişe olacak), ailesinin davetlisi olduğu baloya giderken hediye edilen vajina topları ve sonunda Ana’nın dayanamayıp ‘beni kırmızı odaya götür’ demesiyle geri dönen BDSM sahneleri, seks filmi izlemeye gelen seyirciyi ziyadesiyle mutlu edecektir. Lakin karakterlerin dünyasına ineyim, bu aşkın altında ne bit yeniği varmış bulayım derdindeyseniz, başka filme bilet almanızı önereceğim.





Chris ve Ana normal bir çift olmaya çalışıyorlar ancak eski ‘köle’ Leila, bir anda ortaya çıkıp Ana’yı öldürmeye niyetleniyor. Chris’in açıklaması bir tuhaf, “biraz takıldık, sonra olmadı ayrıldık, sonra evlendi ve kocasını bir kazada kaybetti, sonra delirdi kız yazık.”


Chris’e ismiyle hitap etme ayrıcalığını bile bulamamış kızcağız, efendisinin tek bir el hareketiyle yine diz çöküyor ve teslim oluyor. O sırada aklımdan geçen şey, psikiyatrik olarak en dengeli karakterin Leila olduğuydu. Zira Ana da dahil, filmde akıl sağlığı yerli yerinde olan bir kişi bile bulmak mümkün değil. Ana’nın yeni patronu kızı taciz ediyor, Ana yine Chris’e sığınıyor, Chris her fırsatta ‘sen benimsin, kimselere vermem seni, işte o kadar’ diyor ve bizim kız ha boyuna kikirdiyor. Kikirdemediği zamanlarda da “oh Chris, bilemiyorum” diyor. Neyse ki bu filmde, ilkindeki gibi zırt pırt dudaklarını kemirmiyor.


Bu dünyada hiç feminizm var olmamış gibi yaratılmış bir karakter Anastasia. Tamam çok aşık. Tamam, adama kıyamıyor. Ama kendisine bu kadar acılar çektiren, bütün alanını sahiplenen birine neden bu kadar bağlı olduğunu anlamak çok güç. Filmin ortalarında, Chris’in aslında bir “anne sorunu” olduğunu görüyoruz. Çok küçük yaştayken, kokain bağımlısı annesini kaybetmesiyle büyük travma yaşayan Chris, dengesini ancak annesine benzeyen kadınlara fiziksel ve duygusal acılar çektirerek tatmin olarak bulabiliyor. Ana ise bunu öğrendikten sonra bile, filmde sık sık gördüğümüz memeleriyle oğlanı besleyip iyileştirmenin derdine düşüyor. Elbette bu da onun tercihi olabilir ama, her fırsatta bizim sapık oğlanın dünyanın en ideal kocasıymış gibi lanse edilmesi, ister istemez sinir bozucu oluyor.


Neresinden bakarsanız bakın, bu ilişkinin hastalıklı bir ilişki olduğu ortada. Kızmadan edemiyorum. Hikayeye çok da takılmadan, filmi değerlendirmeye devam edebilmek istiyorum.


Filmlerde gördüğümüz bütün ilişkiler elbette sağlıklı, yerli yerinde ilişkiler olmak zorunda değil. Ancak o kadar altı boş ve o kadar seks odaklı ilerliyor ki film, bu hastalıklı ilişki sizi rahatsız ettiğiyle kalıyor. Düşündürmüyor, herhangi bir fikir vermiyor ve öylece havada kalıyor ne yazık ki.




Bir sabah uyanıp sevdiceğini spor yaparken buluyor mesela Ana. Lüzumsuz uzun süren bir sahne boyunca Jamie Dornan’ın kaslarıyla yaptığı şovu izliyoruz. Bizim kız kapıda durup izlerken “kaslı maslı ne güzel adam, evleneyim tabii ben bununla” demiş olacak. Hem karşısına o ‘annesi yaşındaki’ kadın da çıkıyor, Elena. “Hey gidi günler” diyerek izlediğimiz Kim Basinger, Elena rolünde iyi iş çıkarmış diyecek olsak da, Elena’nın tek rolü orada burada Ana’nın karşısına çıkıp “onu iyileştiremezsin tatlım. Olmaz o iş. Bak demedi deme.” diye ortamı germekten ibaret. Neticede sado-mazo mentor Elena da yüzüne bir kadeh şarabı, yanağına da tokadı yiyip ortalıktan çekiliyor.


Aslında filmi tek bir cümleyle özetlemek mümkün: “Grinin Elli Tonu’nda tanışıp sevgili olan ve ayrılan çift, Karanlığın Elli Tonu’nda Chris’in gizemli dünyasına dair hani öyle çok da heyecan verici olmayan detaylar ortaya çıktıktan sonra yeniden bir güven inşa edip evlenmeye karar veriyor.”




Bu sefer Bay Grey bize kalbini açacak, aman da ne sürprizlerle karşılaşacağız derken mevzunun altından bir aile travması çıkıyor. İyi bir psikiyatrik tedavi ile çözülebilecek durumlar yüzünden bu hale gelmiş bir aşkı izlerken de tabii bende pek heyecan kalmıyor. Adamın çok zengin, çok yakışıklı ve çok havalı olması sizi heyecanlandıracaksa, ben mani olmayayım tabii.


Şöyle her sinema filminde denk gelemeyeceğiniz türde cüretkar seks sahneleri izlemek istiyorsanız ya da sevgilinizle filme gidip “aşkım bak ne biçim aşklar var, halimize şükredelim vallaha” demek size iyi gelecekse, buyrun izleyin. Ama sinemasever biriyseniz ve arşivinizde hatırlamak isteyeceğiniz güzel bir aşk filmi arıyorsanız, uzak durun. Film her halükarda yine milyonlarca kişi tarafından izlenecek ve yapımcılar ile yazarlar aşırı zengin olacaklar. Neticede roman serisinin yazarı E.L. James zaten hikayeyi sırf Twilight serisinden çok etkilendiği için yazdığını itiraf etmiş ve hayattaki tek başarısı bu romanlar olan bir kadın. Çok da beklentiye girmemek lazım. Onlar ersin muradına diyor, üçüncü filmin yazısının neye benzeyeceği konusunda hiçbir fikrim olmayarak huzurlarınızdan ayrılıyorum. İyi seyirler.



"Karanlığın Elli Tonu" filminin resmi fragmanı - 1


"Karanlığın Elli Tonu" filminin resmi fragmanı - 2



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir duygu islamoğlu soyadına yakışır haberler yapsan olmaz mı
    CEVAPLA
  • Misafir ilk film çok saçmaydı. kesin buda çok saçmadır. hayatta izlemem
    CEVAPLA
  • Misafir çok güzel bir yazı olmuş! filmi acayip merak ediyordum, şimdi daha çok merak ettim :)))
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.