Olağanüstü çekim gücüne sahip, aynı isimli kitaptan uyarlanan Bom Dia Verônica, yoğun psikolojik gerilim yaratmakla beraber fantastik-gerilim ağı örüyor. Bu da izleyicilerin diziyle olan bağlarını kolaylaştırıyor.
Polisiye dizilerinde aşina olduğumuz hikayeler vardır ve olaylar hep o hikayelerin çevresinde döner, ama önemli olan hikâyenin nasıl anlatıldığıdır. Klişelere dayandırmadan, özgünlük ile yaratıcılığı harmanlayarak bir cinayet hikayesi ortaya koymak kolay değildir, ama mümkündür. Mesela brit-crime diziler belli bir eksen üzerinde ilerler, soğuk ve puslu bir ortamı baz alarak detayların üzerine derinlemesine eğilir, bununla beraber karakterlerin içsel dünyaları merkeze yerleşir. Kanıtlar ve gerçekler bir aradadır. Çözümü kolay olmadığı için de seyirci sürekli sorgulamak zorunda kalır, bir nevi akıl oyunları devreye girer.
Nasıl ki brit-crime aşina olduğumuz donelere sahipse, aynı brit-crime gibi kendine has donelere sahip olan yeni bir tür doğmak üzere… Brezilya cinayeti!
Brezilya dizisi deyince aklımıza ağlatan ve göz yaşı döktüren aşk hikayeleri gelir ve çözümlemesi oldukça basittir, ama bu kez Brezilya ters köşe yaptı. Kendi mantığını farklı bir biçimde hikâyeye yerleştiren polisiye dizisi Bom Dia Verônica, ataerkil düzenin getirdiği güce ve kadınlar üzerinde hakimiyet kurma meselesine parmak basıyor, tabii yine her sorun çocukluğa dayanıyor, tıpkı etki tepki problemi gibi…
Yer yer feminizmi ön plana alan dizi, insanın kafasını kurcalayan tekniğiyle voyeurism meselesini tedirgin edici sahnelerle aktarıyor. Kadınların araç haline dönüştüğü hikâyede, kadınlar sürekli fiziksel ve psikolojik istismara uğruyor, seslerini dahi çıkaramıyorlar, çünkü içlerindeki şiddeti öfkeye dönüştüren problemli erkek karakterler kadınları ezerek haz duygularını doruklarda yaşıyorlar. Adeta köleden farksızlar…
Çocukluk ve travmatik kabuslar
Bir katil düşünün, eşini kaba kuvvet kullanarak suç ortağına dönüştürüyor ve onu saplantılı düşüncelerine alet ediyor. Eşinin kafasına bir kutu geçiriyor ve eşi o kutu aracılığıyla katilin kurbanlarına çektirdiği işkenceleri olduğu gibi izliyor. Kutuda sadece tek bir delik var o da gözetleme yeri. Katil zamanında kendisine yapılan eziyetleri başkalarına yapıyor ve onlardan çektiği acıyı anlamasını istiyor, ama şiddet insanı bir kez ele geçirdi mi bırakmıyor. Hikâye aslında bu olayı ötekileştirerek, diğer yan hikayelerle bağlıyor. Çocuklukta yaşanan travmalar post-travmatik stres olarak yansıyor ve travmalar tedavi edilmediği için insanların hayatlarını zindana çeviriyor. Buradan hareketle; beyne gelen emirleri uygulayan katil, o emirleri yerine getirmeden huzura erişmiyor ve kendinden güçsüz olduğuna inandığı kadınlara karşı üstünlük sağladığına inanıyor. Onları adeta bir böcek gibi un ufak ediyor.
Kadına yapılan şiddeti merkeze oturtan dizi, aslında çok kısa zaman önce Amerika’da yaşanan bir olaya çağrışım yapıyor. Bir polisin siyahi birini öldürmeye çalışması ve ondan intikam alma duygusu aslında şiddetin çeşitli şekillerde hayatımıza yansıdığının bir göstergesi… Aslında bu hadisedeki siyahi, aynı acıyı benzer şekillerde yaşayan kadınlarla eşdeğer. Yani kısaca, güçlü olduğuna inanan güçsüzü eziyor, ama bu ezme eylemini yapabilmek için cani veya hasta ruhlu olmak gerek, aksi takdirde bir insana fiziken zarar vermek oldukça zor. Buradan hareketle, kişisel ve psikolojik dramlarla dolu, tüyler ürpertici suçların kirli olay örgüsüne haiz olan güvenilir karakterlerle, benzerlikler bulmaya çalışan dizide çok fazla unsur iç içe geçiyor. Sanki eski klasik romanlardaki gibi. Modern dünyadaki maçoluk, kadın düşmanlığı, aile içi tacizler ve kadın cinayetlerini vurgulayan güçlü bir sosyal çekiciliğe sahip oluşu da cabası.
Çatışmalarla dolu yozlaşma
Hikayedeki kurbanlar için adaleti sağlamaya çalışan polis Verônica'nın yaşadığı çatışmalarla, kurbanların çatışmalarının benzerlik gösterdiğinden söz etmek mümkün, çünkü polisin onlarla empati kurması gerekiyor. Ama bazı yerlerde polisle ilgili gedikler var, mesela Verônica'nın bazı eylemleri tam olarak anlaşılmıyor ve hayatındaki bazı sorunlara dokunup çözemiyoruz. İzleyici hep kafasında cevapları olmayan yeni sorular üretiyor.
Altyapı olarak Testere serisini anımsatan dizi izleyiciyi geriyor, hatırlarsanız seride hayatlarını değer vermeyenler Jigsaw tarafından cezalandırılıyordu, burada da kadınlar katil tarafından cezalandırılıyorlar. Suçları da hasta ruhları tatmin edemeyişleri. Bazı sahneler oldukça Testere mantığına göre kadraja alınmış, o nedenle rahatça özdeşlik yaşayabiliyoruz.
Başka bir okumayla değerlendirdiğimizde, dizideki merkeze alınan sorunlar aslında Meksika’nın ortak sorunları ve o sorunlar hep dizilere sirayet ediyor. Örnekleri şu şekilde sıralayabiliriz: “Mujeres Assesinas”, “Lo que callamos Las Mujeres”, “Mujeres Rompiendo El Silencio” ve daha niceleri…
Tabii oradaki dizilere oranla buradaki karakterler çok zayıf ve pasifler. Hiç seslerini çıkarmıyorlar, zira ölümden korkuyorlar. Korku onları ele geçiriyor. Söz konusu aktif olmaya gelince geri çekiliyorlar, Verônica hariç… Dizide her bir detay çok anlamlı ama, kadınları güçsüz gösteren dizinin sonlara doğru ivme kazanıp tıpkı “Mujeres Asesinas”da olduğu gibi güçlenmesini beklerdim.
Ters orantı şu şekilde gelişebilirdi: önceden hikâyede güçsüz olan kadınlar güçlü, erkekler de güçsüz olabilirlerdi, o zaman bir balans oluşurdu, lakin o burada yok, o yüzden biraz ajitasyon yaratmış ve taraflı olduğunun sınırlarını çizmiş. Burada öngörülemeyen ya da ötelenen şey, katil dışında sorunları olan erkeklerin onları o hale getirenlere duydukları öfke yüzünden kendilerini yitirişleri. Olayların derinine zaman zaman inmeyen hikâyede, bazı yerler gölgede kalıyor. İntikam her daim ön planda!
Sonuç olarak; Bom Dia Verônica toplumun gerçeklerini ironiler ve psikolojik donelerle destekleyerek, bazı mesajları yerine ulaştırmaya çalışan önemli bir dizi. Zamanında tedavi edilmeyen travmaların ileriki yaşlarda post-travmatik strese, anksiyeteye ve daha birçok hastalığa dönüşeceğinin kanıtını ortaya koyuyor. EMDR (Eye Movement Desensitization and Reprocessing) psikoterapi, bilişsel psikoterapi ve hipnoterapi gibi yöntemlerin insan hayatında olması gerektiğinin gerekliği bir kez daha öne çıkıyor. Ne demiş Karl Marx: “Eğer sevgi üretmiyorsa yüreğiniz, başarılı bir üretici değilsiniz.” Önce insan kendini sevmeyi öğrenmeli, sonradan zaten değişim ve başarı otomatikman gelir.
Yazı: Arzu Çevikalp
YORUMLAR