İnsan yeni bir temponun, koşuşturmacanın içine girince birçok şeyi ihmal ediyor. Ailesini, arkadaşlarını, eşini, sevgilisini ve aslında en önce de kendini. En kolay kendi alışkanlıklarından, rutinlerinden, sevdiği şeyleri yapmaktan vazgeçiyor. Bir anda bıçak gibi kesilmiyor belki ancak azar azar eksilmeye başlıyor her şey. Keyif veren anlarda azalma, hobileri bir kenara bırakma, 10 dakika sessiz sakin boş oturmak bile lüks oluyor. Birden kişi kendini bir hengamenin içinde buluveriyor. Karşı koymaya çalışıyor, değiştirmeye uğraşıyor çünkü bunun rahatsızlığını hissediyor. Bir şeyleri kaçırıyormuş, hayattan geri kalıyormuş hissini yaşıyor. İş hayatının içerisinde bir çarka kapılmış ya da evliliğin, çoluk çocuğun, bir ilişkinin içine sıkışmış birçok insan bu duyguları yoğun yaşar mesela.


Zaman hem çabucak geçiyor hem de hiç geçmiyor gibidir. Peki, bu kendinden vazgeçmenin, bir şeylere yetişememenin yani bu “Tutamıyorum zamanı” durumunun sebebi nedir? Birinci ve belki de en önemli madde, içinde olduğu durumdan memnun ve mutlu olmamaktır. Bu memnuniyetsizlik de sürekli bir şikayet halini beraberinde getirir. Şikayet arttıkça da kendi kendini kemirme artar; “Neden böyle oluyor?”, “Neyi yanlış yapıyorum?”, “Tamam, yarından itibaren değişiyorum” vs. Bu gibi durumlarda da genelde sonuç hemen alınmaz. Pazartesi olunca başlama, ayın birinde başlama, bayramdan sonra başlama, sürekli bir erteleme halini getirir. Kişi kendi tarafından daha çok sabotaja uğrar sadece. Çünkü o zaman da diğer bir maddenin varlığı ortaya çıkıyor: Alışılmış tembellik, kabullenme hali... Hani her şeyin farkındasındır, uzaktan görebiliyorsundur ama o durumdan kendini bir türlü çıkaramıyorsundur, kendini rahatsız hissetsen bile. İster iş, ister özel hayat, yavaş yavaş kendini salıyorsun ve çelişkiler içinde hapsolabiliyorsun. Belki gitmek/kalmak arasında, belki de hissettiğin duygunun tersi şekilde davranmak, yaşamak arasında.


Durum analizi iyi, hoş tabii; zaten yaşamın ritmi bir şekilde yaş ilerledikçe artar, hem bu doğaldır. İş hayatı koşturmasından tutun sosyal hayata, ikili ilişkilere kadar. Peki çare?


Çare şu ki, kendi içimizdeki sistemi iyi oturtabilmek esas anahtardır. Her zorluğun, karmaşanın, yoğunluğun yanında (ya da tam içinde olduğumuzda) bize kendimizi, kendi önemimizi hatırlatan, hayatımızın bazı mihenk taşları olmalı. Bütün dış etkenlerden ayrıldığımızda kendi kendimize bir hayat yaratabilmemiz, buna sahip çıkmamız gerekli.


Mesela, yakın bir arkadaşımızla bir saat olsun zaman geçirebilmeli, konuşabilmeli, paylaşabilmeli, gülebilmeli, belki de küçük zararsız gıybetler yapabilmeliyiz. Bize iyi gelen insanlarla iletişimimizi askıya almamalıyız. Sevdiğimiz bir kitaptan oturup kesintisiz şekilde 10-15 sayfa okuyabilmeliyiz ya da biraz ter dökmeyi, spor yapmayı denemeliyiz. Stresi vücuttan uzaklaştırmak için oldukça işe yarar bir yöntemdir. Ayrıca sağlık her koşulda önceliğimiz olmalıdır. Hem bonus olarak, vücudunda mutluysan kendini mutlu da hissedersin.


Kısacası, her zaman kendimize dair bazı önceliklerimiz olmalı ve bunlardan iş, sevgili, eş için değil, kimse için, hiçbir durum için vazgeçmemeliyiz. Hayatın akışında, keşmekeşinde kaybolmak kolay, kendini bulabilmek zordur.


Jüpiter

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.