Bir Zamanlar Anadolu’da

İzlerken çimento tozu gibi ince ince ciğerlerine inen, bittikten sonra içine taş gibi oturan ve yerleştiği yerde kalan bir film. Ne zaman birinin konuşturduğunu dinlemediğine, doğruyu diliyle doğrulamaktan kaçındığına, bir hareketiyle bir sözüyle gücünü göstermeye giriştiğine şahit olsan, ne zaman rüzgârda saçları uçuşan bir kadın görsen sahneleri gözünün önünden geçecek bir hikâye.





İki saat otuz bir dakika: Karakterleri de olayları gibi izleyenin iliklerine işlerken geçen süre. Biri savcı, biri doktor, biri muhtar, biri muhtarın kızı, biri de otopsi teknisyeni. Olay dediğim, cinayeti aydınlatma yolunda yaşananlar değil. Gerçekleri açık eden basit, sıradan, günlük haller.


Muhtarın evindeki sofrada geçen konuşmalardan biri meselâ… Gece vakti hazırlatıp oturduğu sofrada, ona çocuklarından uzun uzun bahseden muhtara, “Oğlun var mı?” diye soruyor savcı. Muhtar tekrar ediyor her birinin ne yaptığını: “Dediğim gibi…”. Kızlarına dair söylediklerini iyi not etmiş, hangisi evli hangisi bekâr biliyor; ama oğulları es geçmiş. Savcı Nusret, bu sahnede hemcinslerinin sıkıştırılmış bir tezahürü.


Bir zamanlar Anadolu böyle bir yerdi

Aynı sofrada muhtar, içerdeki küçük kızına sesleniyor gelsin diye. Defalarca “Cemile… Cemile… Cemile…” diyor. Defalarca ama... Yaşadığı köyde bekleyebileceği tek şey evlenmek olan bir kız, başka bir odada, sofra başında onu beklediğini düşündüğü kısmetine hazırlanıyor kuvvetle muhtemel. Bahçede çamaşır toplarken, rüzgâr başındaki tülbenti uçuruveriyor. Cemile’nin saçları uçuşuyor. Bu sahne bağımsız, içerideki sofrayla bir ilgisi yok. Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerindeki her sahnede her görüntünün, her konuşmanın bir anlamı var. Ceylan, anlatmak istediklerini ya doğrudan karakterlerine söyleten, kamerası aracılığı ile gösteren veya bunu çağrışımlar yaratarak gerçekleştiren bir yönetmen. Tıpkı Cannes Film Festivali’nde ödül alırken ettiği sözler gibi, sahnelerini de ince ince hesaplayarak çekiyor. Bu filminin ismini, adını taşıdığı coğrafya için bir dilek olarak okudum, okuyorum: Bir zamanlar Anadolu böyle bir yerdi. Cemile’ye dönersem, kendi adıma, bu sahneden, filmin adıyla beraber çıkardığım şu: Bir Zamanlar Anadolu, ancak rüzgâr başlarındaki tülbenti çıkardığında kadınların saçlarının uçuşabildiği bir yerdi.


Dokunulmazlığa uzanan el

Statüsünün verdiği gücü çevresindekilere göstermeye çalışan, bu gücü kendine kalkan yapan biri nasıl görünür? Buna ilk yanıt veren yine Savcı Nusret. Kapıya kadar kendisine eşlik eden Doktor Cemal’in omzunun yakınına bir dokunuşu var, bir büyüğün bir çocuğun omzuna vuruşu gibi üstten. Ve doktorun, onun bu hareketinden rahatsız olduğu an. Omzunda otorite kabul etmezliğini belli eden, dokunulmazlığına uzanan ele karşı hissettiğini açık eden, kendiliğinden bir bakış.





Hakikaten de Doktor Cemal, kendini sürgün ettiği Anadolu’da, bir ölçüde dokunulmaz bir alanda yaşıyor. O da savcı gibi statüsünün verdiği gücü kullanıyor, diğerine tepeden bakabiliyor. Ama bunu kimseye, hattâ cesede bile dokunmadan yapıyor. Üzerinde yün kazağı, ceketiyle girdiği otopsi odasında görüyoruz bunu. Otopsi teknisyeni, cesedin akciğerlerindeki toprağı gösterip “Canlı canlı gömmüşler” diyor. Doktor ses çıkarmıyor, duruyor, sonra “Öyle değil o” diye karşılık veriyor göz teması kurmadan, “Sen bilmezsin” der gibi. Arkasını dönüp camdan dışarı bakarak anormal bir duruma rastlanmadığını yazdırıyor kâtibe. Teknisyen durup uzun uzun bakıyor doktora. Doktor Cemal “Ne duruyorsun?” diyor. Sonra cesedi açma sesleri duyuluyor ve o esnada doktorun yüzüne kan sıçrıyor. Bu bir damla kanda gördüğüm, bastırılan, üstelik doğru sözü bastırılan alttakinin, öfkesini elinin altındaki aletle çıkardığı, ama mutlaka çıkardığı.


Bir Zamanlar Anadolu’da, öldürülüp gömülen bir adamın cesedini arayan bir grup erkeğin yaşadıklarının ötesinde bir hikâye. Aylarca kafa yorulan senaryo Nuri Bilge Ceylan, muhtar rolündeki Ercan Kesal ve fotoğrafçı, senarist Ebru Ceylan’a ait.


Sadece Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinin Cannes Film Festivali’nde neden dakikalarca ayakta alkışlandığını anlamak için değil, aynı zamanda Anadolu’yu, kim ve ne olduğumuzu anlamak için de izlemeli.


Yazarın notu:

Profesyonel, güncel film eleştirisi değildir. Endüstriyel Amerikan sinemasını tacizkâr bulanlara, dünya sinemasından bağımsız filmler önermek üzere kaleme alınmıştır.



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.