Kısa zamanda ne çok değişim yaşamaya başladık, değil mi? Değişimler herkesi farklı şekillerde etkiliyor. Öğrenmemiz gereken temel bir şey var ki, duyguları görmek ve işlemden geçirmek gerek…


Kimi için korku duygusu yüzeye görünür şekilde çıkıyor ve eyleme dökülüyor. Türlü şekillerde… Abartılı biçimlerde de olabiliyor, makul bir akış halinde de… Korkusunun net şekilde farkında olan kişi onunla dans ettiğini biliyor ama onu sırtında taşımıyor, etrafındakilere de saçmıyor. Kullanılır halde tutuyor. Duygular bastırılmak yerine fark edildiğinde ve kullanıldığında harika birer yaşam aracı haline gelebiliyor.


Korku, duyguların belki de en güçlüsü... Kimisi için korku ve türevleri, farkına varılmayan bazı sinyaller olarak derinlere itiliyor ve hiçbir şey yokmuş gibi davranılıyor. O esnada beden bunların mecburi ev sahibi haline geliyor. İlkel beyin, dürtüsel ve ani hareketlerle bunlar hakkında belirtiler gösteriyor. Mide, bağırsak, kalp, cilt, karaciğer, hepsi duyguları bölüşüyor ve tutma görevini üstleniyor. Bazıları “Beni duy, beni fark et” diye sinyal gönderiyor. Bazıları görevin büyük kısmını üstleniyor ve gün geliyor işlevini yerine getiremez hale geliyor, yükü kaldıramıyor. Hepsinin hücrelerden meydana geldiğini, hayatın hücre boyutunda başladığını da unutmamak gerek.


Yoğun bir duyguyu çözümlemeden, olduğu haliyle bedenimizde tuttuğumuzda yaşamın neredeyse çoğu, bedenin bir kukla gibi yaptığı eylemler halinde sürüp gitmeye başlıyor. İnsan kendi duygularının yabancısı haline geldiğinde, o duygu yoğunluğu sanki başka bir insana dönüşüyor ve kişinin kendisine, dolayısıyla başkalarına zarar veren bir dış etken haline geliyor. İnsanlar birikmiş duygularla üzerlerine dezenfektan, benzin ya da gül yaprakları boca ediyor. Bazen kendi üzerlerine, bazen çocuklara, bazen de diğer insanlara… İnsanların Şeytan diyerek kendilerinden ayrı gördüğü, “Şeytana uydum” diyerek sorumluluğu üzerine attığı şey aslında tam da bu. Eylemler dışta görülen şeyler olsa da, aslında hepsi duygulardan başlıyor. Bedenin dışında gibi görülen ve yapılan şeyin hücreye ne yaptığına bir bakmak gerekiyor. Fark ettiğimiz noktada da, bundan ne öğrenebileceğimize…


Bazen hayat öyle bir hale geliyor ki, virüs şekline bürünmüş bir “sebepler zinciri”, insanın kendini korumak için aşırılıklar göstermek zorunda kalmasına sebep oluyor. Başa bir musibet geldiyse, hangisinin kendi aşırılığın, hangisinin başkalarının aşırılığı olduğunu fark etmeye çalışmak gerekiyor. Hem de her gün yeni baştan…


Hassas dengelerin korunması gereken zamanlardayız. Belki de her zamankinden çok… Dengeyi korumak içinse kendi duygularının üzerinde çalışmak, sorumluluğunu almak gerekiyor çünkü bireysel dengenin topluluğa olan etkisini en derinden yaşayacağımız zamanlara girdik. Yaşam, bunu bir ölüm-kalım meselesi görüntüsüyle bize öğretmeye çalışıyor.



Duygular vakt-i zamanında fark edilip üzerinde çalışılmadığında, çözümlenmediğinde, işlenip enerjisi makul şekilde kullanılmadığında müthiş bir enerji birikiyor. Enerji ise ışıkları yakmaya ve aydınlığa değil, adeta trafoyu patlatmaya kullanılmış oluyor. Bu durum ne enerji sahibine, ne de etrafına yarıyor. İlkel beynimizin daha erken davrandığı dürtüsel bir şekilde değil, öncelikle bilincimizle davranmaya niyet ettiğimizde ve sorumluluklarımızı hatırladığımızda ise muhteşem bir gelişim yolculuğu başlıyor. Bunun için de beden-ruh-akıl bütünlüğüne ihtiyaç duyuluyor.


Gözyaşıyla, hareketle, sanatla akıtılmayan, dönüştürülmeyen duygular hapsoluyor. Bireye de yaramıyor, kolektife de…


Işık da gerek, karanlık da… Hepsi de makul miktarlarda…


Senem Tahmaz

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.