Annelik, sonuçlarına katlanmak zorunda olduğumuz kararlarımızda yaptığımız fedakârlıklardır.
Gerçekten bu konu, üzerine uzun uzun araştırmaların yapıldığı ve görüş birliğine varılamayan ve sonu yine toplumsal ayrışmaya giden bir olgudur ama ben sınırlı kelimelerimle bu konuyu ele almak istedim çünkü birçok anne kendi bulunduğu durumdan ötürü sürekli kendini vicdan azabından kurtarmak ve karşısındakine ispatlamak için bir savaş halinde.
Yaşamın bir oyun olduğu birçok kişinin söyleminde vardır. Doğru mu? Yanlış mı? Bunu ben bilemem. Ama eğer bir oyun ise bu oyunun kurallarını kimin koyduğunu bilmeniz gerekir. Ya da bu oyunda başrol siz misiniz? Yönetmen kim? İşte, annelik üzerine konuştuğumuz zaman konu dönüp dolaşıp buraya gelir. Bir kere anne olmayı siz mi istediniz, yoksa küçüklükten gelen dayatmalarla bu size işlendi mi? Evli, çocuklu ve çalışan olmak ya da olmamak sizin kararınız mı? Her iki durumda yaptığınız fedakârlıkların farkında mısınız? Eğer farkındaysanız sonuçlarından mutluluk mu duyuyorsunuz, yoksa pişmanlık mı? Bu soruya samimi bir şekilde cevap verirseniz ister çalışan bir anne olun ister evde oturan bir anne, artık kimsenin eleştirilerine kulak asmayacaksınız. Bir kere kendiniz ve yaptıklarınız ile ilgili net olmak zorundasınız. Ve bunların sonucunda neyden vazgeçtiğinizi ya da ne kazandığınızı bilmeniz gerek. Geri dönmek mümkün değil çünkü.
Çalışan anne çalıştığı için gurur duyar. Kazandıklarını sıralar. Belki kazandıkları arasında iyi bir araba, iyi bir ev ve daha konforlu bir hayat vardır ve bununla başarı elde ettiğini ve zenginleştiğini sanır. Evde oturup çocuğuna bakan anne ise çocuğuna çok daha fazla sevgi verdiğini, çok daha fazla ilgi gösterdiğini ve anneliğin böyle olması gerektiğini savunur.
Peki, şunu bir düşünün. Biz kendi kararımızı verirken gecelerce uyumadık, bir sürü fedakarlık yapmak zorunda kaldık. Aynı şeyi diğer annenin yapmış olacağını anlamak bence zor değil. Empati yapmayı maalesef biz toplum olarak bilmiyoruz ama işin garibi bilmek de istemiyoruz.
Çalışan bir anne için “kariyeri çocuğunun önüne geçmiş, biz de bilirdik çalışmayı ama çocuğumuz için kariyerimizden fedakarlık ettik, en azından 2 yıl evinde oturup çocuğuna baksaydı” diye fısıldamalar hep gelir benim kulağıma.
Peki diğer taraf?
Evde oturan anne için de “Bir çocuk için kariyerini yarıda kesti, evde oturup çocuk bakacak biri değildi aslında. Ay, ben hayatta evde oturamam.” Bunlar da bu taraftan yükselen fısıltılar.
Şimdi bir de savunmalara bakalım:
Çalışan anne, “Ay hayatta evde oturamam, ben tembel miyim? Valla her yıl en az iki kere tatile çıkmazsam olmaz, tatilimden ödün veremem. En azından işe gidip biraz kafamı dinliyorum. Valla ben bir ev, bir araba, bir de yazlık yaptım ya, onun daha bir evi bile yok.” Bu taraftan gelen küçümsemeler.
Evde oturan anne, “O, çocuğuna değer vermiyor olabilir ama benim çocuğum kariyerimden daha önemli. Ev, araba gibi maddi şeylere yatırım yapmam ben, çocuğumun sevgisi olsun, yeter. Hem o sabah kahvaltıda çocuğuyla olma mutluluğunu yaşamıyor ama bu mutluluk her şeye değer.” Bunlar ve daha bir sürüleri de bu taraftan gelen küçümsemeler.
N’apıyoruz biz böyle? Kendi hemcinsimize hem de bir anneye bu suçlama, bu küçümseme nedir? Hiç düşündünüz mü, çalışan o kadının evine eğer ikinci bir maaş girmezse kirasını ödeyemeyeceğini?
Hiç düşündük mü evde oturan bir anneyi, siz çalışıp para kazanıyorsunuz diye aldığınız paranın miktarı, çıktığınız tatilin güzelliğiyle üzüp kırdığınızı hiç düşündünüz mü; evde oturan annenin kariyerinden fedakarlık yaptığını ya da çalışan kadının çocuğuyla daha çok vakit geçirme mutluluğundan mahrum kaldığını?
Maalesef verdiğimiz kararlardan dolayı bazen kendi vicdanlarımızı rahatlatmak için böyle suçlamalara başvuruyoruz. Bunu bazı yazarlar, alanında uzman kişilerde de görüyorum ve üzülüyorum. Tek tarafı savunan kanıtlarla toplumun o tarafını yüceltirken diğer tarafını yok saydıklarının farkında bile değiller.
Herkesin bulunduğu şartlar farklıdır. Ve en önemlisi bu kararların ya da fedakarlıkların sonunda yaşanacaklar kişiyi bağlar. Çalışan anne, çocuğunun, onu bırakıp gittiği düşüncesiyle ve bu sebeple yaşadığı hırçınlıklarıyla başa çıkmak zorundadır. Evde oturan çocuğuna bakan anne de hayatın konforundan taviz verdiğinin farkında olup kariyerine 3-5 yıl gecikmeli başlamasının verdiği sonuca katlanmalıdır.
Bunların dışında herhangi bir zorunluluk olmasına da gerek yoktur. Birine maddi yatırımlar daha mantıklı gelir, zenginliği ev, araba, şık kıyafetlerde arar, diğer anneye de manevi yatırımlar daha mantıklı gelir, daha çok ailesine ve çocuklarına zaman odaklı yatırımlar yapar. İster zorunluluk olsun ister tercih meselesi bunları kıyaslamak ve hüküm vermek doğru değildir. Bireylerin hayattan aldıkları haz nasıl farklı ise beklentileri de öyle farklıdır.
Zenginlik ve mutluluk algılarımızın farklılığı bizim seçimlerimizi sonsuz derecede etkilemektedir.
Sevgilerimle,
Derya Dönmez
Facebook Yorumları