Ne kadar kolaymış, ne kadar basit. Önce kırıcı bir cümle, ardından kapanan telefonlar ve silinen resimler.


Önce birkaç gün eğlenceden boğulduğumuz, sonra büyük, derin, siyah bir yalnızlık senfonisi…


Sonra anlatmaktan bıktığın saatler ya da anlatmaya doyamadığın günler. Derken gelmesi en beklenenin gelmediği gibi, gitmesini hiç istemediğimiz zamanın kum gibi kayıp gitmesi…


Oysa başlarken ne zordu değil mi?


"Nasıl söylerim?"lerin havada uçuştuğu, telefon tuşlarına milyon kez basıp sonra yanlış aradımların birbirini kovaladığı…


Sonra ilk buluşmalar, en berbat yerlerin en acı çayından içerek zemzem içmiş misali gülümsemek ve huşu içinde olmak.


Ve birbiri ardını takip eden hep mücadeleci, savaşların verildiği, kayıpların arttığı, bütün olmanın derdiyle kendi içimize yalnızlaşmaya doğru giden günler…


Ve her şeyden herkesten koruduğumuz bir aşkı ellerimizle tutarken bir anda aşka karşı korunma yöntemleri geliştirmeye başlamak.


Önceleri kaybetmekten korkarken şimdilerde korkuyu kaybedememenin ışığında olmak.


Yemek masalarında fonda güzel bir şarkı ile yanan mumların ardından, gözyaşı melodisi ile yanan dilek mumlarını söndürmek.


24 saat yüzünü seyrederken ayrı kalınan 25. saatte resmine bakmaya doyamamaktan, şimdilerde resmine öylece boşluğa bakar gibi bakmak ve o boşlukta uykuya dalmak.


Uzun telefonlardan uyuyamadığın gecelerin ardından sessizliğin çığlıkları arasında uyumaya çalışmak.


Dünya bir yana sen bir yanaların ardından, dünyada yok sayılmak!


Aşk böyle bir şey, varmış gibi yapıp yok olan!


Yazı: Nuran Başyurt

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.