Acayip zamanlar.


Zorluğun bir kotası da yok; geldikçe geliyor…


Hayat şartları köküne kadar -üstelik alışık olmadığımız bir hızla- değişebiliyor.


Başımıza gelenleri kontrol etmek elimizde değil; ancak onlara verdiğimiz tepkileri, acının ve zorlukların karşısındaki duruşumuzu değiştirebiliriz.


Aslında bu duruşu değiştirmede dahi yüzde yüz kontrol bizde değil; ama artık orası, insan olmanın kaderi… Allah’ın lütfu olmadan bir yaprağın dahi düşmeyeceği gerçeği, bir şeyin değişmesi için, çaba ve lütfun hep kol kola girmesi gerekliliği.



İnsan olarak bize düşen;


Fark etmek,


Niyet etmek…


Elimizden gelen çabayı göstermek.


Dua etmek,


Yeri geldiğinde sabretmek…


Ve tüm bu çabalarımızın meyveleri üzerinde tam olarak bir kontrolümüz olmadığını her daim kabul etmek.


İnsana tanınmış oyun alanı, böyle bir yer.



Bugün ağır gelen sorumlukları, iş hayatımızdaki ani değişimleri, ekonomik daralmanın etkilerini, yakınlarımızın yaşadıkları acıları, yanı başımızdaki olası sağlık sorunlarını, çevirim içi eğitim sorunsalını, Dünya’yı sarmış olan Covid gerçeğini değiştiremeyiz.


Dünya dönmeye başladığından beri hep orada olan, ancak pek az kişiye kendini göstermiş bir gerçeklik; bugün karşımızda ve gözlerimizin içine bakıyor.


Bugün hepimiz, herşeyin bir çırpıda değişebileceği ve her gün büyük bir bilinmeze uyandığımız gerçeği ile birlikte yaşıyoruz.


Peki bununla ne yapacağız?


Tolerans penceremizi genişletmeyi, kırılmamak için esnemeyi öğreneceğiz.

Dahasını taşıyabilmek için kabımızı genişletmenin yollarını arayacağız.


Buna fiziksel, zihinsel ve ruhsal sağlığımızı koruyarak hayatta kalmak için mecburuz.


Eşle dostla muhabbete, esprilere, kikirdemelere, neşeye eskiye kıyasla bugün, daha çok ihtiyacımız var. Ruhumuza iyi gelene, iyi gelenin bedenimizde yarattığı o hafifliğe, açıklığa düzenli olarak dikkat vermeye, bugün dünden daha çok ihtiyacımız var. Bize iyi gelen o fiziksel egzersizi bulmaya ve uygulamaya da.


Tolerans penceremizi genişletecek herşeye; bugün, hayatımızda bilinçli olarak yer açmaya ihtiyacımız var.


Doğaya yakın olmaya, sevdiklerimizle -görüntülü ve kısa dahi olsa- muhabbete, bize iyi gelen o yürüyüşe, köpeğimizle oynamaya, kedimizi okşamaya ve o okşamanın bedenimizde yarattığı iyi duyumlara dikkat vermeye, hiç olmadığı kadar ihtiyacımız var.


Bedenimizi, nefesimizi dinlemeye, sinir sistemimizi ve içimizden çıkan otomatik pilotları tanımak, anlamak için adımlar atmaya mecburuz…


Nasıl ki dışarıda büü-yüüük bir değişim söz konusu; içeride de aynı değişime mecburuz.

Bugün, hiç bakmadığımız kadar içimize bakmaya mecburuz.


Okyanustaki, o koca dalgalarla savaş vermek yerine, dalgalarla dansı öğrenmeye mecburuz.


Dalga sörfünü ve sörften keyif almayı öğreneceğiz…


Yaşamaya yeniden başlamak için dalgaların durulmasını, herşeyin aklımızdaki gibi olmasını beklemeyi bırakacağız.


Dinlenmek için, “bitmeyi” beklemeyi bırakacağız. Yorulduğumuzda duracağız. Koyacağız kahvemizi ve içtiğimiz son kahveymişçesine keyfine varacağız. Anda yaşamak dedikleri bundan başka bir şey değil.


“Ekran başında çalışmak fazla geldi” diyen bedenimizi duyacağız. Bir hava alacağız, iki rahatlatan hareket yapacağız ya da arayacağız bir dostu, eskileri yad edeceğiz, içimizi dökeceğiz, gözümüzden yaş gelene kadar güleceğiz… Koyacağız bir müzik, dans edeceğiz.


Sonra yine o koca dalgalarla sörfe devam.


Acının içinde gülümsemeyi unutmayacağız.


Hayattan keyif almanın, yaşamanın zamanı;

Her şartta, tam da şimdi ve burada.


Ve olabildiği kadar.



İnsanlık olarak hepimize, tüm bunları keşfe bir davet sunuyor hayat…


Tüm değişimler hep mecburiyetten olmuş. Kendimizi, birbirimizi iyi etmeye mecburuz.

Ve tam da şimdi, burada ve olabildiği kadar…







Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.