Dile kolay tam 44 yıldır seyirci karşısında. “Güçlü ve yetenekli kadın oyuncu” denince önce akla o geliyor. Meryl Streep son dönem sinema tarihinin hiç kuşkusuz kraliçesi... Zira bunu rakamlar da söylüyor. Oscar’a en çok aday gösterilen kadın oyuncu o... Gözleri, mimikleri ve tüm vücuduyla girdiği her rolün hakkını izleyiciyi perdeye bağlayarak veriyor. 20’li-30’lu yaşlarını sürenler onu daha çok Şeytan Marka Giyer filmindeki Miran da karakteriyle hafızasına kazıdı, ardından da Oscar heykelciğini 3. kez aldığı Demir Leydi geldi. Streep bu kez 19. kez Oscar’a aday gösterilip kendi rekorunu kırdığı “Sihirli Orman” filmiyle karşımızda... Altın heykelciği evine götürecek mi; bunu sabaha karşı öğreneceğiz. Sinemanın kraliçesi dün vizyona giren filmini HT Pazar’a anlattı.


‘O günden beri tüm cadı rollerini reddetmiştim’


Bu kez cadı olarak izliyoruz sizi... Cadı rolü ilk geldiğinde ne düşündünüz?

40 yaşıma bastığım yıl, üç cadı rolü teklifi gelmişti. Bu da bana kariyerimin nereye gitmekte olduğunu fark ettirmişti: Belli bir yaşı geçen kadınlarla ne yapacaklarını bilmiyorlar. O günden beri tüm cadı rollerini reddetmiştim. Ancak bu rol gelince fikrimi değiştirdim çünkü bu cadı oldukça farklı.


Nasıl farklı?

Öncelikle, değişiyor. Onun tüm amacı, üzerindeki laneti ters çevirmek; her türlü yolu kullanarak herkesin hayatında dramatik kargaşalara sebep oluyor. Ben peri masallarının ikaz edici nitelikte geliştiklerine inanıyorum. Çocuklara tehlikelerden uzak durmaları için ve genç kızlara zengin adamlarla evlenmeleri için cesaret verdiklerini düşünüyorum. Herkes bir prens bulmaya ve sonsuza kadar mutlu yaşamaya şartlandırılıyor ama bazen hayat böyle işlemiyor. İşte bu noktada “Sihirli Orman” masalı gerçeğe dönüşüyor ve çok heyecan verici, garip ve sıradan bir hale geliyor. Bir oyuncu için çok eğlenceli.





Bu filme başlamadan önce, sahnede oyununu izlemiş miydiniz?

Broadway’de Bernadette Peters’ın cadı rolünü oynadığı haliyle izlemiştim ve harika olduğunu düşünmüştüm. Stephen Sondheim gibisi yok. Kimse onun gibi karakter bazlı müzik yaparak bir hikâye anlatmıyor. Onun müziğindeki zekâ ve cesaretin benzeri yok, bu yüzden bu yapımda çalışma şansı yakaladığım için çok mutluyum.


Peki Rob Marshall’ın yönetmenliğini nasıl anlatırsınız?

Rob’un bu eserle ilgili harika bir hissiyatı var, o bir orkestra şefi... Vücudunda ritim var. Eski bir dansçı ve bence filmin kalp atışlarını hızlandırmak ve sınırları zorlamak onun için çok önemli; müzikal anlamda, duygusal ve görsel anlamda. Ayrıca çok kibar ve yumuşak dokunuşlu biri. Asla kimseyi bastırmaya çalışmayan, büyük egosu olmayan bir adam. Her şey işle ve işi doğru yapmakla ilgili.


‘Acaba çok mu ileri gittik?’


Görsel açıdan da çok güçlü bir film...

Saç ve makyaj tasarımcım Roy Helland’a çok güveniyorum, o muhteşem biri. Cadı ve cadının değişen hali için iki inanılmaz görüntü yarattı. Çok heyecan verici. Her yeni projeye başladığımızda çok heyecanlanıyoruz, “Acaba çok mu ileri gittik?” diye düşünüyoruz ama bu şekilde çalışmak gerçekten çok eğlenceli. Neden güvenli sularda yüzelim ki? Ben bir cadıyı oynuyorum!


Peki ya kostümler...

Colleen Atwood, kostüm tasarımcımız, o bir fırtına. Onun hayal gücü çok özgür ve işleri çok dramatik. Aynı zamanda detaylara çok dikkat ediyor ve işlerinin çok iyi düşünülmüş, kırılgan ve güzel olduğu ortada. Onun kostümlerini giymek çok eğlenceli.


Ormanlar gerçekten sihirli miydi!

Setler de çok sıra dışıydı. Birçok sahnede inşa edilen ormanlar vardı, çünkü bir sette her şey masal gibiyken, diğer sette her şeyin adeta kıyamet sonrası bir görüntü vermesi gerekiyordu. Ayrca gerçek setlerin dışında çekimler de yaptık. Rapunzel serisini 11. yüzyıldan kalma bir manastırda, kuzey Londra’da; “deprem” sahnesini güzeller güzeli Dover Kalesi’nde, güney sahilinde çektik. Bir oyuncu olarak gerçek bir kaledeyken, gökten gül yaprakları düşerken insanları at arabalarının çektiğini gördüğünüzde, öyle bir hayal dünyasına dalıyorsunuz ki, neredeyse işiniz bitmiş oluyor.





Müzikleri de iddialı...

Gerçekten “Sihirli Orman” müziklerini çok seviyorum. Hatta her dinlediğimde daha çok seviyorum. İlk kez bu müzikle karşılaştığınızda sizi yakalıyor ama ikinci, üçüncü kez dinlediğinizde size çok daha fazlasını veriyor. Broadway’deki müzikalden çıktığımda kendimi “No One Is Alone” şarkısını söylerken buldum, o şarkı sizi adeta duyar duymaz esir alıyor. Diğer şarkılar da aynı şekilde muhteşem.


‘Ona tapıyorum’

“En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” dalında Oscar’a bir kez daha aday olduğunuz bu filmdeki oyuncu arkadaşlarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Muhteşem bir kast... Gerçekten çok yetenekli bir oyuncu grubu... Rob Marshall öyle bir grubu bir araya getirdi ki, herkes ne yapması gerektiğini çok iyi biliyor. Ancak kimse böyle yüksek bir gerçeklik, fantazi masalında oynama şansı elde edemiyor, bu yüzden bu eşsiz bir şans. Oyuncular da bunun farkında. Emily Blunt’la tekrar çalışma şansı yakaladığım için çok mutluyum. Baker’s Wife rolü onun için biçilmiş kaftan; çok yetenekli, çok özel bir sıcaklığı ve mizah anlayışı var. Ve sesi de inanılmaz. James Corden, Baker rolüyle adeta bir efsane. Broadway’de oynadığı “One Man, Two Guvnors” eserinde, oyundan çıkıp seyirciye direkt işaret ederek her gece doğaçlama yapabildi. Ve Anna Kendrick... “Pitch Perfect” benim favori filmlerim arasında, onunla çalışmak çok güzeldi. Prensle birlikte olmak istediğinden emin olmayan Cindirella karakterini çok iyi oynuyor, bu da onun zekâsının ve doğal becerisinin bir kanıtı. Christine Baranski ile “Mamma Mia”da daha önce birlikte oynamıştım, benim canım arkadaşlarımdan biridir. Şeytan üvey annenin tam zıttı bir karakterdir ama bu rolü canlandırırken çok eğlendi. Ve Jack’in annesi, Tracy Ullman da benim çok eski dostumdur, onu “Plenty”den beri tanırım, o zaman 21 yaşındaydı ve onunla tekrar oynamak rüya gibi. Ona tapıyorum.


İzleyicilerin bu filmden ne öğrenmesini umuyorsunuz?

Bu, beyni olan bir müzikal... Bu işte zekâ var. Görsel açıdan çok eğlenceli ve duygusal açıdan tatmin edici ama ayrıca başka bir element var ki, o da bu müzikal. Biz sanatçıları bir araya getirerek elimizden geleni yapmamıza teşvik ediyor. Müzikal olarak da çok zorlayıcı ve heyecan verici, yani benim izleyiciler için umduğum şey: Zorlanmaları ve çok heyecanlanmaları.


Meryl Streep’in en genç yanı...

“Belli bir yaşı geçen kadınlarla ne yapacaklarını bilmiyorlar. Bunun farkına vardığım günden beri tüm cadı rollerini reddetmiştim” diyen Streep, “40, 45, 48 her neyse, niye bu insanlar 21 yaşa uyacak rolleri oynuyor?” diyen Russel Crow’a destek veriyor bir taraftan: “Ona bir gazeteci niçin yeni bir Gladyatör çekmediğini sorduğunda bunun için yaşlı olduğunu söyledi, konu aktrislere gelince de ucu bana dokundu. Onunla aynı fikirdeyim. Olduğun yerde yaşamak güzel.’’ Streep; en genç tarafını ise şöyle açıklıyor: “En genç tarafım, 23 yaşındaki kızım Louisa Jacobson Gummer, filmin ilk halini izlediğinde eğlenceli kısımlarda bile gülmedi. Film sonunda bana dönerek, ‘Bu film hakkındaki her şeyi tek tek seviyorum’ dedi. Neyin cezbettiğini sorduğumda ‘Filmin ikinci yarısında dünyanın değişmesi’ dedi. 5. sınıftayken New York’a taşınmıştık, bu da 11 Eylül’e denk geldi. Binanın dumanlar saçtığını ve havada kâğıtlar uçuştuğunu söylüyordu. Oğlumun ise küçükken canavarlar çizmesi beni rahatsız ediyordu. Güzel bir adada yaşamamıza rağmen niye suyu ya da ağaçları çizmiyordu? Çünkü dışarıdaki gerçek dünyaya kendini bu şekilde hazırlıyordu, korkmak ve kendini belaya karşı hazırlamak bizim DNA’mızda var.’’





Bol ödüllü bir hayat

  • Babası bir ilaç firmasında yönetici, annesi ise İsveç, İrlanda, İngiltere soylarından gelen bir reklam yıldızıydı. Streep babasının köklerinin de Hollanda’dan geldiğini söyler.

  • Liseyi bitirdikten sonra hukuk fakültesine başvurmuş ancak mülakat sabahı uyuyakalınca girmeyi başaramamış. Bu olayı Streep kaderinde başka işler olduğu için oraya gidemediğinin işareti olarak yorumluyor.

  • Ardından Streep Yale Üniversitesi’nde drama okudu ve ünlü olmadan önce bir dönem garsonluk yaptı.

  • Vassar College’dan onur derecesi ile mezun oldu.

  • 1975’te Yale Üniversitesi güzel sanatlar yüksek lisansını yine onur derecesi ile tamamladı. Profesyonel hayatına New York sahnesinde başlar başlamaz Broadway’de çıkışını yaptı, Emmy ödülü kazandı.

  • İlk Oscar adaylığını 1978’de De Niro ile rol aldığı “The Deer Hunter”la elde etti.

  • İlk Oscar ödülünü ise 1 yıl sonra 1979’da Kramer vs. Kramer ile aldı.

  • İkincisini 1982’de Sophie’s Choice ile ve üçüncüyü de 2011’de Demir Leydi ile elde etti.

  • Rolleri için çok sayıda aksanı iyi şekilde kullanabiliyor. En zor rol hazırlık süreçlerinden birini 8 hafta boyunca günde 6 saat keman dersi alarak tamamladı.

  • Rollerine müzik eşliğinde çalıştığı, özellikle klasik müziği tercih ettiği söyleniyor.

  • Manhattan Borough Belediye Başkanı C. Virginia Fields, 2004 yılında 27 Mayıs’ı “Meryl Streep Günü” olarak ilan etti.

  • Susam Sokağı’nın Amerikan versiyonunda onuruna verilmiş Meryl Streep karakteri var.

  • Heykeltıraş Dom Gummer ile evli olan Streep’in 4 cocuğu bulunuyor.

Röportaj: Deniz Egeli

    Facebook Yorumları

    YORUMLAR

    Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

    İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.