1987 yapımı ünlü “RoboCop”un yeni çevrimi daha duygusal ve ciddi bir öyküyle geliyor karşımıza. Brezilyalı yönetmen Jose Padilha, bir Hollywood aksiyon filminin şıklığını ve görkemini politik eleştiriyle buluşturuyor.


1987 tarihli “RoboCop” yer yer kara mizahı da kullanan, kanlı bir bilimkurgudur. Polis teşkilatının özelleştirildiği bir çağda geçer, acımasız liberalizmin hüküm sürdüğü Reagan döneminin sancılarını yansıtır. Makine – insan bütünleşmesinde akılda kalıcı yeni bir sayfa açar. Yeni “RoboCop”, 27 yıl önceki o sayfadan yola çıkıyor ve orijinalinden hayli uzaklaşmayı göze alarak yeni bir öyküye doğru yelken açıyor. Joshua Zetumer’in senaryosu, polis memuru Murphy’nin (Joel Kinnaman) trajik hikâyesini, devlete daha çok robot satmak isteyen işadamı Sellars’ın (Michael Keaton) acımasız pazarlama stratejileriyle iç içe anlatıyor.


Mizah dozu eksik

İlk film, ölen ve makine olarak hayata geri dönen bir robotun öyküsüdür. Yeni film ise bombalı bir saldırıda ağır yaralanan ve makine olarak hayata döndürülen bir insanın öyküsü... Murphy’nin insanlıkla robotluk arasındaki gidiş gelişleri, hafızasını yeniden kazanma süreci, öyküye ciddiyet ve ağırbaşlılık getiriyor. Eşi Clara (Abbie Cornish) ve oğluyla ilişkileri ise filmin duygusal boyutunu artırıyor. Ama bütün bu Hollywood romantizmine karşın senaryo meselenin politik yanını pek ihmal etmiyor. Milliyetçi, militarist bir televizyon yorumcusunun (Samuel L. Jackson) programıyla açılan film, Amerikan ordu robotlarının terör estirdiği Tahran’da geçen bir sahneyle devam ediyor. Bunun hemen ardından yorumcu, seyirciye dönüp bu mükemmel robotların neden ülke içinde de kullanılmadığını soruyor. Daha ilk andan çizilen bu politik çerçeve, baştan sona öyküyü ayakta tutuyor. Böylelikle Murphy/RoboCop sadece polis devletinin simgesine değil, aynı zamanda Amerikan militarizminin halkla ilişkiler faaliyetine dönüşüyor. Murphy hafızasını, duygularını kazandıkça devlet, sermaye ve medyanın ele ele yürüttüğü bu insansızlaştırma planına meydan okumaya başlıyor. Yeni “RoboCop” görkemli bir Hollywood bilimkurgu aksiyonundan beklenen her şeyi vermeye gayret ediyor. Çatışma, hareket ve duygusal sahneler peş peşe geliyor. İlk filme göre en önemli eksiklik, kara mizah duygusu. Yine de Michael Keaton ve Samuel L. Jackson’ın filme belirli bir mizah dozu getirmek için ellerinden geleni yaptıklarını söylemek gerekiyor. Brezilyalı yönetmen Jose Padilha, hareketli kamerasını hem aksiyon hem de gerçeklik duygusunu inşa etmek için kullanıyor. Padilha- ’nın çektiği en akılda kalıcı sahnelerden biri, “Amerikan fabrikası” ndan özgürlüğüne doğru çılgınca koşarak çıkan RoboCop’- un kendini bir anda Uzakdoğu- ’da bir tarlada buluvermesi. Sonra da uzaktan kumandayla “kapatılması”. Yüksek teknolojiyle eski usul tarımın, Robo- Cop ile köylülerin yan yana geldiği bu “küresel kapitalizm resmi” hafızalara çakılı kalıyor.





Orijinalinin altında ezilmiyor

İlk filmde Paul Verhoeven, ekonomik krizin yaşandığı Detroit’i, karanlık caddeleri ve terk edilen fabrikalarıyla post endüstriyel bir dekora dönüştürmüştü. Padilha ise yüksek bütçeli bir Hollywood aksiyon filminin şıklığını tercih ediyor. RoboCop’un sadece bir makine değil, aynı zamanda bir tür bilgisayar olması, bu görsel şıklığı anlamlı bir çerçeveye oturtabiliyor. Sonuç olarak, orijinalinin altında çok ezilmeyen, kendi ayakları üzerinde durabilen ilgiye değer bir film var karşımızda. Özellikle aksiyon ve bilimkurgu sevenler için haftanın en iyi seçimi olabilir.


Yazı: Mehmet Açar

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.