Yıllarca kimliği inkâr, hakları reddedilmiş bir halk mevzubahis. Kendi seviyelerinin üstündeki pozisyonlara özenmesinler diye öğrenim görmelerine izin verilmiyor, edinmelerine izin verilen meslek kölelik. Karşı tarafta, aynı topraklarda yaşadığı halktan üstün olduğuna inanan başka bir topluluk duruyor. 50 bin beyaz, 14 milyon siyahtan on iki kat fazla ekilebilir arazi ve otlağa sahip. İç savaş süregidiyor. Hızla istatistiğe dönüşen cesetler öç alma duygularını körüklüyor. Şiddet eylemlerinin bir kısmında siyasi otoritenin imzası var. İnsanlar değil silahlar konuştukça kısırdöngü sürüp gidiyor.


Irkların yasayla dört gruba ayrıldığı coğrafya



Beyaz yönetimin nispeten sağduyu sahibi üyeleri, çözüm üzerine kafa yoruyor. Siyasi çözüme giden yolun istikrarı sağlamaktan geçtiğini biliyorlar. Önce silahlar susmalı, akan kan durmalı. Bunun için kesintisiz yirmi iki, kesintilerle yirmi yedi yıldır hapiste tuttukları ANC (Afrika Ulusal Kongresi) önderi, avukat Nelson Mandela’yı muhatap almaya karar veriyorlar. Irkçı Apartheid rejimine son vermek için şiddet kullanan örgütün askeri kanadının liderliğini üstlenmiş Mandela’yı…


Karşılarındaki zeki adam işbirliği için kesinlikle doğru kişi. Yalnız ülkenin geleceğini mahkûm tulumu ve botlarla konuşması hoş değil. İkinci görüşmeden önce Mandela, kendisi için temin edilen uygun giysilere de, karanlık hücresinden başka bir hapishanenin kompleksinde bulunan havadar bir eve taşınmaya da itiraz etmiyor.


Yalnızca siyah halk değil, uluslararası alanda ırk ayrımına karşı çıkan bütün güçler onu destekliyor. Fakat onun için esas şaşırtıcı olan, hayata tekrar karıştığı gün kendisini karşılamak üzere sokağa dökülen beyaz sayısı. Müzakerelerle gerçekleşecek çözümün, basit bir formüle dayandığını bildiriyor: Beyaz korkuların siyah isteklerle uzlaştırılması gerek. “Terörist başını sokaklara salan” Apartheid rejimin Devlet Başkan Klerk’e ateş püsküren, “Mandela’yı Asın!” diye öfkeyle bağıran aşırı sağcıları anlıyor. Vermek istediği mesaj, hapisten içinde büyüttüğü intikam arzusuyla çıkmadığı. Kalıcı barışın anahtarı olarak gördüğü Afrikanerlerin, hayatlarını siyahların yönetmesini istemeyen Güney Afrikalı beyazların, Boerlerin içindeki korkuya seslenmeye kararlı. Birlikte çalıştığı kişilere hatırlatıyor devamlı: Beyinlerine değil kalplerine hitap edeceksiniz.


En ufak bir tahammülsüzlük, henüz közlenmemiş iç savaşı körükleyebilir. Siyah kabileler arasındaki düşmanlığın kışkırtılması da çakılacak bir kibrite bakıyor. Halkın yaklaşık yüzde 50’sinin oy kullanmadığı seçimden Güney Afrika Başkanı olarak çıkan Mandela itidalli davranıyor. Bilgi ve deneyimlerine ihtiyacı olduğunu söylediği eski başkanlık çalışanları yanında kalıyor. Ülkenin bayrağı değişiyor. Kolay değişiklikler değil bunlar. Sokakların 300 yıldır siyah-beyaz kanaması bir yana, ırkların yasayla Beyazlar, Renkliler, Hintliler ve Siyahlar olarak dört ana gruba ayrıldığı, ırklar arası cinsel temasa benzer her türlü şeyin yasaklandığı bir ülke Güney Afrika.


Yeni bir hamle yapıyor Mandela. “Irksal bariyerlerden daha güçlüdür” dediği spora yöneliyor. “Sporu, ulusumuzu kurmak ve ülkemizi ve barışa ve istikrara götüreceğini düşündüğümüz fikirleri yaymak için kullanalım” diyor. Beyazlardan oluşan ragbi takımı Springboks’u desteklemeye davet ediyor bütün ulusu. Zor oluyor ama Dünya Kupası finalinin gelip çattığı gün siyahlar, nefret ettikleri düşmanın sembolünü, Springboks amblemini taşıyor üzerinde. “Tek Takım, Tek Ülke” sloganlıyla milli takım artık Springboks. Resmi Dünya Kupası şarkısı ilan edilen, siyah göçmen işçilerin söylediği Shosholoza’ya beyaz taraftarlar da sahip çıkıyor. Son maçın bitiş düdüğü çaldığında tribünlerdeki 62 bin siyah-beyaz taraftar “Nel-son! Nel-son!” diye tezahürat ederken Güney Afrika bu kez mutluluktan ağlıyor. Kupayı teslim etmek üzere sahaya inen Mandela’nın üzerinde Springboks forması, başında Springboks şapkası var. Maçtan sonra evine, günlük rutinine dönüyor Mandela. Sokaklarda sevinç içinde haykıran Güney Afrikalılar ilk kez derilerin renklerine boş verip kucaklaşıyor. Mandela’nın siyasi dehası, yüreklerde kök salmış kini biraz olsun siliyor, korkuları dağıtıyor. Halkını kenetleme yolunda ilk adımı bir spor müsabakasını fırsata çevirerek atıyor.


Halkların başkanı olabilmek

Okuduğunuz sözlü fotoğrafın adı Düşmanla Oynamak. Clint Eastwood’un Invictus (Yenilmez) ismiyle filme de uyarladığı, gazeteci yazar John Carlin’in Mandela ve dönemin kimi aktörleriyle birebir görüşerek kaleme aldığı kitap bunları anlatıyor işte… Güney Afrika Başkanı Nelson Mandela’nın o günler için imkânsız görünen hayalini nasıl gerçekleştirdiğini can alıcı detaylarla ortaya koyuyor. Bütün zorluğuna rağmen tarihsel düşmanlığı bir yana bırakıp bağışlamayı denemenin mümkün olduğunu… Barışın ön koşulunun “düşmanla” müzakere etmek, onu düşman olarak algılamak yerine “yurttaş” ve “arkadaş” olarak görmek olduğunu… Bir ulusu yeniden inşa etmenin, süreci sabote eden bombalara rağmen barış ve istikrarı sağlamanın mümkün olduğunu… Bir siyasi liderin, kimlik ve değerlerini reddetmeden halklarını kucaklayabileceğini, kendisinin değil bir halkın değil halkların başkanı olabileceğini, ancak o zaman Mandela gibi “İnsanlığın lideri” olarak anılabileceğini anlatıyor.


İşte ajanslar “Nelson Mandela 96 yaşında hayatını kaybetti” haberini geçerken, Ayrıntı Yayınları’nın barış sürecinin henüz başında siyasi liderlere gönderdiği bu kitabı hatırladım.


Nelson Mandela gibi liderlere her zaman ihtiyacı var insanlığın.


Savaş nasıl oyun değilse barış da asla rüya değil.


Mandela'nın ırkıçılığa karşı verdiği mücadeleyi Düşmanla Oynamak'tan okuyabilirsiniz.


Yazı: Perihan Özcan

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.