İçine doğduğum toplumda, şiddet içerikli bir olay yaşandığında genelde gördüğüm yaklaşım şunlar: Konu şayet utanç vericiyse örtbas edilir; şiddeti gerçekleştiren kollanır ve şiddete maruz kalan suçlanır ya da şiddeti gösteren kişi (ve onun destekçileri) linç edilmek istenir. Görmezden gelmek, otoriteyi kollamak veya günah keçisi bulup onu cezalandırmak ne olayı gerçekleştirene ve olaya tanıklık eden topluluğa sorumluluk aldırır ne de ortaya çıkan fiziksel ve(ya) duygusal zarar şifalanır; bu yüzden de toplumda sağlıksız diyebileceğimiz ilişkiler var olmaya devam eder.


Teolog Walter Wink diyor ki, binlerce yıldır şiddetin barış getireceğine dair çok kemik bir inanca sahibiz. Barışı getirmenin en temel stratejilerinden biri de kötü adamın hak ettiğini bulması. Ülkenin sıcak gündeminde de bu ara çocuğa yönelik cinsel istismar var. Şiddeti yaşamış birinin ancak şiddet gösterebileceği önermesini meşru kılan onlarca sosyolojik araştırma var. Çocukluğunda cinsel tacize ya da tecavüze maruz kalmış ve yukarıda yazdığım yaklaşımlarla acısı görülmemiş, yarası şifalanmamış ve destek almamış çocukların büyük çoğunluğu büyüyünce acılarını göstermek namına geçmişi yeniden yaratıyor ve aynı eylemi bir başka çocuğa yapıyorlar. Küçükken görülmemiş çocuk, büyüyünce de görülmemeye ve anlaşılmamaya devam ediyor. Kafası kesilmek istenen olgun erkek de bir zamanların çocuğuydu. Ve maalesef aynı olaya maruz kalmış bugünün çocuğu, bu olaya yaklaşımımızdan dolayı geleceğin çocuk istismarcısı olma yolunda ilerliyor.


Birinin kafası uçurulunca ya da o kişiyi hapse tıkayınca, çocuğa yaklaşma olgumuz değişmiyor. Çocuğun bedenine ve ruhuna saygı duymayan, onun otonomisinin gelişmesine alan tanımayan her eylemin istismar olduğu gerçeğini değiştirmiyor ve bunun yeniden üretilmeyeceğinin garantisini vermiyor. İstemediği zaman ağzına kaşıkla yemek sokulan, uykusu yokken yatırılan, istenileni yapmayınca dövülen veya aşağılanan, ne oynayıp ne oynamayacağı, hangi sporu yapacağı, hangi mesleği edineceği, kısacası onun için neyin iyi neyin kötü olduğuna karar verme konusunda fikir sahibi olan yetişkinler, çocuğu/çocukluğu binlerce yıldır istismar ediyor. O çocuklar da büyüyünce kendi çocuklarını elbette büyütüldükleri şekilde büyütmeye devam ediyorlar.


Şayet istismardan dolayı yüreğimiz acıyorsa, bu istismara yaklaşımımızı sorgulayalım isterim. Bana sorarsanız, ortada aslında kötü adam yok. Ne ebeveynler ne de istismarcılar ne de onları cezalandıranlar. Olan biten, bilinçsizce yeniden ve yeniden üretilen geçmiş, yani tahakküm kültürü. Çocuğa yapılan da, çocuğa yapılanı yapana yapılan da şiddet. Şiddet, şiddeti doğuruyor ya da çağırıyor. Üzgünüm ki bu bakış açısı ve yaklaşımla barış ya da şifa geldiği yok. Arzumuz bu değilken, elimizdeki araçlarla aynı kısır döngüde buluyoruz kendimizi.


Bir olayın farklı katmanları olduğunu düşünüyorum. Ve aşağıdaki soruların olayın gelişimine ve şifalanmasına olumlu katkısı olacağını düşünüyorum.


Tanıklık eden ben:

Bir şiddet olayına tanıklık ettiğimde bana ne oluyor? Geçmişimdeki acılar tetikleniyor mu? Neye özlem duyuyorum? Bu özlem gerçekleşmeyince o an ne hissediyorum ve bunu hissetmeye kendime izin veriyor muyum? Yasımı tuttuktan sonra, daha iyi bir dünya için ne yapabilirim, elimden ne geliyor?


Şiddetten etkilenen:

Bu olayda yara alan kişi acaba ne hissediyor? Nelere ihtiyacı var? Nasıl bir destek ona iyi gelebilir? Onun fiziksel ve duygusal şifası için neler gerekli?


Şiddeti gerçekleştiren:

Şiddeti gerçekleştiren kişinin motivasyonu neydi? Ne niyetle aslında bunu yaptı? Yaptıklarının sonuçlarının sorumluluğunu nasıl alabilir ve bunu muhatabına ifade edebilir? Özsaygısını yeniden kazanması ve topluma dahil olabilmesi için neler yapılabilir?


Etkilenen topluluk:

Olaya tanıklık etmiş topluluk olarak bu olay bize ne söylüyor? Bize nasıl ayna oluyor? Bu olayın olası tekrar etmemesi adına neler yapabiliriz? Bize düşen bireysel ve kolektif sorumluluklar neler?


Sizler de bu önerdiğim sorulara farklı sorular ekleyebilirsiniz.

Adalet anlayışımızı, devlete ya da bir kuruma karşı suç işleme mantığından, zarar gören ilişkileri onarmaya doğru evriltmenin daha sağlıklı olacağını düşünüyorum. İki hafta önce eğitimini aldığım Onarıcı Adalet (Restorative Justice) yaklaşımı, binlerce yıllık tahakküm kültürüne hizmet eden klasik suç ve ceza anlayışını ters yüz ediyor. Bir hadise (bir yıl boyunca, bir saatte ya da bir dakikada yaşanmış olsun), iki ya da üç kişiyi ilgilendiren bir durum değil aslında. Ortaya çıkan bireysel ve topluluksal acı/korku birlikte dayanışarak ancak şifalanabilir. Destek, sevgi, anlayış, şefkat ve empati olmazsa olmaz öğeleri bu dayanışmanın. Rızalarıyla ve destekçileriyle bir araya gelen -eski tabirle- suçlu ve mağdurun, birbirlerini duyabildikleri, dinleyebildikleri, soru sorabildikleri ortamlar yaratmak ve buna alan açmak, birbirimizin insanlığını yeniden görme adına çok önemli adımlar. Çünkü kimse ''uzaylı'' ya da ''şeytan'' değil. Birbirlerinin acılarına, geçmişlerine tanıklık eden insanlar, düşman imajlarını dönüştürüp, öncelikle kendi şifaları için önemli bir adım atmış olurlar.


Hikayelerini bilmediğimiz insanlar çok kolay düşmanımız olabiliyor. Barış isteyenler olarak, hikayelerini dinleyebilmek için açık ve meraklı bir halle, hiç tasvip etmediğimiz, asla yapmam dediğimiz davranışı yapan bir başkasının dünyasını ziyaret edebilir miyiz? Edemiyorsak, peki buna ne engel?



Aykut Atasay




YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.