Aradan 1 aydan fazla zaman geçmesine karşın, Chikungunya’nın (sivrisinek yoluyla bulaşan, yüksek ateş, kaşıntılı kızarıklıklar ve uzun süre devam edebilen eklem ağrıları şeklinde ortaya çıkan, özellikle yağmur mevsimlerinde tropik bölge halkına hayli zor günler yaşatan bir virüs) gidip gelen, geldi mi iki kat daha acılı gelen eklem ağrılarını, bir dünya yan etkilerine rağmen aslında kalıcı bir çözüm sağlamamalarından dolayı anti-enflamatuar ya da steroridler yerine alternatif bir şekilde dindirmeye niyetlenmiştim.
Geçtiğimiz haftalarda Rasta köyünde tanıştığım yoga hocası, gezgin şifacı Hado ile yoga-masaj seansını denemeye karar verdim. Hado, birlikte çalıştığı müzik terapisti Samantha ile beraber eve girdikten sonra evin havası değişmişti sanki. Hado hayatının bol sigara, içki, seks ve eğlence dolu oldukça yorucu bir döneminde ebeveynleriyle yaşadığı sert bir gerginliğin ardından bir gece odasında kendi kendine düşünürken başka bir yol olmalı demiş. O günden itibaren ölü bir hayvan yemeyi, bağımlılık yapan maddeleri ve kim bilir içsel olarak daha neleri bırakıp, önceden faydalarını duyduğu yogayı öğrenmeye başlamış. Hem yoga hocası hem de masaj terapisti olan Hado elinde yoga matı, kimi zaman göçebe yaşıyor, çıplak ayaklarıyla. Üstündeki ilk rastaların giydiği çuvaldan pantolonu ve gencecik görünümü ile yaşını tahmin etmesi zor. İlk tanıştığımızda isimlerin anlamı üzerine konuşurken ona “ses” diye kestirip atamadım ismimin anlamını, doğuşkanlardan, çığlıklarıyla ün yapmış, ay tanrıçası Selene’den, onun kendi içinden duyduğu ve sonra yaşam enerjisinin dönüştürücü ve şifa gücü anlamına geldiğini öğrendiği Hado’ya uzanmıştı sohbetimiz.
Bugün Hado ve Samantha ile o enerjiyi deneyimleyecektik beraber. Önce etraftaki seslere farkındalık ve kabule dönük kısa bir meditasyonla başlayan, ashtanga yoga tarzı dikkatli ve yavaş bir şekilde yapılan kimi yoga duruşlarını (güneş selamlamasının ilk bölümü) yaptıktan sonra bir yandan Hado masaj yaparken, bir yandan da Samantha Tibet çanakları ile adeta evrendeki mevcut tüm sesleri odaya dolduruyordu. Tibet çanaklarından çıkan değişik ton ve frekanslardaki kâh rahatlatıcı kâh rahatsız edici sesler tüm bedenime işlerken meditatif bir halde son derece ilginç imgeler eşliğinde kimi farkındalıklar yaşıyordum.
Sağ ayak bileğim ve sağ yüzük parmağımın eklemlerindeki ağrılar an geliyor bir işkence sahnesini ya da kölelik imgesini getiriyordu gözümün önüne, kim bilir belki geçmiş (yaşamlarından birinde) ya da bugünkü “köleliklerim” ya da “efendiliklerim” le yüzleşmek için bir çağrıydı bu sanki. Bu imgeler ve taşıdıkları enerjilerle ne denli yüzleşip onları ne kadar dönüştürdüğümün farkında değilim ama çanaklardan çıkan titreşimleri sadece kulaklarda değil tüm bedende hissetmek hatta ağrıyan yerlerin titreşimle zonkladığına tanık olmak inanılmazdı. O anlardan birinde “gong” ile “zonk” sözcüklerinin aynı kökenden geldiklerini düşündüm . Malay ve Cava dilinde de “gong” diye geçen Afrika ve Doğu- Güneydoğu Asya enstrümanının çanak şeklinde olanları olsa da aslında daha çok bizim çan dediğimiz alete benziyor. Ses terapisinde kullanılanlar ise daha çok Tibet çanları ama o çanların da çıkardığı gong sesi ile bedenimde, özellikle de sıkıntı çıkaran eklemlerde hissettiğim zonklamaların etimolojik kökeni hakkında ahkâm kesemesem de varoluşsal kökeninin aynı olduğunu düşünmemem için hiçbir neden yoktu. Bu arada Bob Marley’nin lakabı olan Tuff Gong’un da (formel İngilizce’de “tough” şeklinde yazılan bu kelime “çetin” anlamına gelir) Rastafari hareketinin kurucusu Leonard "The Gong" Howell’dan geldiğini ve Bob Marley ve Leonard Howell’un da aynı yılda (1981) bu dünyadan göçtüğünü hatırlatalım. Bugün ziyaretçilere açık olan Bob Marley’nin Kingston’daki kayıt stüdyosunun ve plak şirketinin ismi de Tuff Gong bu arada.
Seansın ortasında okuldan dönünce beni kapıda göremeyip yaygarayı koparan kızım Serena Maya ise (3,5) odaya girdikten Hado’lar gidene kadar o kadar sakin ve anlayışlıydı ki gözlerime inanamadım. Etrafa yayılan titreşimleri doğrudan hissedebilmek için zaman zaman bedenimin değişik yerlerine konan çanakları, çıkardıkları sesleri ve evdeki bu iki yabancının yaptıklarını inceledikten sonra boncuklarını yanımıza taşıyıp kendi dünyasına daldı kolye, bilezik yaparak. Hado’nun “kutsal ve tinsel ortamı hissetti ve o da yaratıcı bir etkinliğe gömüldü” yönündeki yorumuna katılmamak elde değil. Hado’nun uzun dreadlocklarına dair “erkeklerin saçları uzun olur mu ki” diye sorup duran kızım Serena’yı meraklı bir huzur sarmıştı, tek hoşuna gitmeyen yanı masaj yağının hindistan cevizi ve paçuli karışımı kokusuydu galiba.
Uzun vadede etkilerini muhtemelen daha derinden hissedeceğimiz, bu tür kendimize döndüğümüz, dış dünyayla iç dünyamızı birleyip gerçekten nefes aldığımız böylesi bir iki saate nasıl da ihtiyacımız var aslında şu koşturmacalı bol toksinli hayatlarımızda…
Selen Göbelez Dumas
YORUMLAR