Hayatta bariyerler vardır ve bazen o bariyerleri kırmak için farklı stratejiler uygulamak gerekir çünkü bir sonraki hamleyi görebilme yeteneği önemlidir. Savaşmanın yollarını keşfettiğinizde hem şah mat kolaylaşır hem de artık o savaşa karşı bağışıklık kazanmış olursunuz, tıpkı “La Valla” dizisinde olduğu gibi…


Tüm dünya Covid ile sarsılmış durumdayken, Netflix bu distopik pazara sürekli yeni diziler ekliyor, hemen hemen dizilerin konusu aynı. Distopya, virüs ve diktatör rejimi… Bunlar kâh günümüzün kâh geleceğin sorunları. Karanlık fikirleri ortaya koyan ve pazarlama yönünde güncel olguları tercih eden Netflix, bazen fazla iç burkucu oluyor, zira izleyicilerin şu ara kafalarını dağıtmaları gerekiyor; ama kaçacak bir ortam kalmadı, her yer labirent gibi… Dizilerde istemsizce ve kontrolsüz bir şekilde kaybolmak güzel fakat aydınlık olmadan tam anlamıyla keyif vermiyor.


Yıllardır bu distopya meselesi varlığını sürdürüyor ve sanki her şey önceden öngörülmüş hissi uyandırıyor ve haliyle beynimize şüphe tohumları atılmış oluyor.





Buradan hareketle, “Tarih tekerrürden ibaret” cümlesini ön plana alan “La Valla” Franco- Hitler kırması diktatör rejimiyle geleceğin güvenli eller altında olmadığını günümüzün şartlarından yola çıkarak anlatıyor. "Kendimiz ettik, kendimiz bulduk." mantığını buraya rahatça uygulayabiliriz. Yönetimin faşistçe baskıları nedeniyle insanların teknolojik köleye dönüştüğünün ve dönüşürken de robotlaştığının sinyallerini veriyor.


Yönetimi sorgulamadan direkt itaat etmeleri bekleniyor ama altında yine aynı şey var: kapitalist çıkarlar. Bu şu demek: Paran varsa konuşursun, yoksa susarsın. Parasız ve güçsüz insanların seslerinin duyulmayacağını acı biçimde aktaran dizi, milyonların öyle olduğunu ve sadece güçlünün kazanacağının altını çiziyor, zaten dizinin bazı bölümlerinde bu oldukça açık ediliyor.


Çocuk katilleri

Virüs nedeniyle çöken ülkede, kimsenin söz söylemeye hakkı yok, söyleyen olursa ölüme gönderiliyor. Vicdan, empati, affetme ve acıma gibi duyguların olmadığı toplumdan ne beklenebilir ki? Sosyolojik bakış açısıyla değerlendirebileceğimiz dizide başkanın eşi toplumun orta yerine düşen can alıcı virüsü ortadan kaldırmak için çocukları kobay olarak kullanıyor ve milyonları kurtarmak için onları uçuruma sürüklüyor. Peki, o milyonlar kim? Onları görmüyoruz, sadece sözde varlar. Hikâye belirli bir mekânda geçiyor ve bazı detaylar havada kalıyor, yani çözümlenmesi gereken meselelere izleyici cevap bulmaya çalışıyor, bu da haliyle yorucu oluyor. Hikâyede aslında anlatılmak istenen, çocukların masumiyetini kötüye kullanıp, onlar üzerinden prim elde etmek. Tüm insanlığı kurtaracak olan çocuklarda virüsün yarıyor oluşu da işin ilginç yanı! Peki bu virüs ne virüsü, neden bahis konusu olmuyor? Sözde bir virüs var ancak içeriği belli değil.





Hikâye önce geçmişte yaşanan bir saldırı ile başlıyor. Televizyonda konuşma yapan başkan bir virüsten söz ediyor ve bu virüs kaos yaratıyor. Dışarı çıkmak yasak! Aradan yıllar geçiyor ve virüs yine varlığını sürdürüyor. Tabi burada aklımıza şöyle bir soru düşüyor: "Günümüzde benzer bir sorun yaşadığımız Covid ile aynı şeyler başımıza gelecek mi?" Geleceğin kontrol altında olmadığını ve olmayacağını hissettiren dizi, bizi gelecekte diktatörlüğün beklediğini simgeliyor ve "Diktatörlüğün Psikolojisi" kitabına atıfta bulunuyor.


Kitabın ve dizinin ortak noktası ise, küresel değişimlerin toplumun yaşantı biçimini şekillendirmesiyle, diktatörlük ve demokrasi dengelerinin giderek bozulduğudur. Toplumlar demokrasi ve diktatörlük arasında gidip gelmişlerdir. Diktatörlük ve demokrasi sürekli değişkenlik gösterir ve varyasyonları önemlidir. Toplum adeta kanser misali, ele geçirilir ve o kanserin atılması çok zordur. Diktatörlüğün temelinde yatan ruh halleri hikâyenin büyük bir kısmını oluşturur.


"İnsan neden diktatör olmaya özenir?" mantığıyla bizi baş başa bırakan dizi, diktatörlüğün bazen darbeyle bazen de toplumsal barış meselesinden doğan mevzularla ortaya çıktığının tezini ortaya koyuyor.


Azrail krallığı

Sözün özü, eziyet ederek üstün gelmenin hülasasını çıkaran dizi, teknolojinin kötü ellere geçtiği zaman ne denli yıkıcı olacağını sert bir şekilde aktarıyor. En kötüsü de yukarıda sözü geçtiği gibi deneylerin hayvanlar (zaten oldukça trajik) üzerinde değil, çocuklar üzerinde test ediliyor oluşu… İşte bu; teknolojinin kalıcı hasarı, çünkü ucunda ölüm var. Diğer insanlar kurtulsa bile çocuklar ölüme gönderilmemeli… Azrail kılığına giren insanların varlığını sürdürdüğü yönetimde, nefes almak bile izne tabi. Özgürlüğün tamamen kalktığı hikâyede, ne yazık ki toplum değil, yönetim haklı. Toplum sadece itaat eden bir koyun sürüsü. George Orwell’in "Hayvanlar Çiftliği" kitabında bundan sıkça söz edilir. Haklar ve adalet kalktığı zaman, şiddet başlar ve o şiddetten zevk almak kaçınılmaz olur. Manipülasyon olgusunun üzeri örtülmedikçe insanın yaşam mücadelesi tatsız hale gelerek haz terk-i diyar eyler.





Ters köşeden bakacak olursak şu gerçeği de unutmamak gerek: dizi boyunca dünyanın kurtarıcısının çocuklar olduğuna inanılsa da çocukların göreceği zarar yetişkinlerden çok daha kalıcı olabilir. Bu kalıcı durumda şu da sorgulanabilir: Bu virüs sadece bir şov muydu yoksa her şey bireysel reformasyon için miydi? Aslında şu ana kadar izlediğimiz çoğu doneyi bir araya getirerek araya heyecan ekleyen dizi, toplumun aşina olduğu gerçekleri toplumun yüzüne vuruyor. Ders çıkarıp çıkarmamak seyirciye kalmış.


Her izleyişimizde beyne subliminal mesaj gönderen dizi, her gün takmakta olduğumuz maskelere gönderme yapıyor sanki… Belirli platformların dışına çıkmayan dizi, başka şehir veya ülkelerde neler olduğunu göstermiyor, yani bunun küresel kriz olup olmadığına kafamızdaki imgelem aracılığıyla karar veriyoruz.


Sonuç olarak; çokça örnekleri olan “La Valla” dünya kölelik zamanlarına (15. yy.da başlayıp 19. yy.a kadar sürmüştür) geri dönen, aslında hiçbir şeyin tam anlamıyla değişmediğini vurgulayan, narsist ve egoist bir yapı çizen gündem dizisi… İnsanların ne kadar kötü olabildiklerini sergileyen dizi, giderek melankolinin arttığını ve bu yüzden mutluluğun ertelendiğini sert biçimde göz önüne seriyor. Birlik ve beraberlik olmadığında depresyona giren insanların yaşadığı toplumda sağlık ne derece varlığını sürdürür?


Yazı: Arzu Çevikalp

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Soluksuz izledim 2.sezon gelmeli
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.