Omzunuzda nihayet sızmış 17 aylık bir bebekle, yatağa sürünerek girmeniz gerek; yatağın üzerinde penguen gibi sallanarak ilerleyip olduğunuz yerde mümkün olduğunca hareketsiz bir şekilde uzanarak. Şansınız varsa kolunuz bebeğinizin altında kalmaz. Kıymetli canavarınız, tek elinizle diş fırçalamaya çalışırken omzunuzda uyuyakaldı. Bu akşamın uyku potansiyelinden oldukça ümitlisiniz.


Yaklaşık bir 20 dakika sonra, uyumakla uyumamak arasında olduğunuz o anlarda, başınıza gelir. Başta yalnızca hareket etmeden ve dönmeden ibarettir. Karanlık olduğundan sakinleşeceğini umarsınız. Uzun ve yorucu bir günün sonunda, yalnızca robotik bir “şşşş” sesiyle birlikte pışpışlamaya enerjiniz kalmıştır.


Daha hızlı kıpırdamaya başlar, sağa sola döner; sanki uzuvları tarafından uyandırılmaya çalışılmaktadır. Süt dolu bir midenin yeniden uykuya dönmesini sağlayacağını umarak hemen harekete geçersiniz. Ama hayır, emmez. Önce ayakları altında kalacak şekilde döner, bacaklarını uzatır ve kıçını havaya kaldırır. Sonra yanınıza yaklaşmaya başlar, bacaklarını kollarınız üzerinden ağzınızın yakınlarına getirerek tuhaf bir açıya girer; ayakları omuzlarınızda, ağzı göğüslerinizde, emmeye başlar.


İyi bir ziyafet çektikten sonra, kalkıp oturur ve etrafına değerlendiren gözlerle bakmaya başlar. En büyük korkunuz gerçekmiş meğer; yalnızca şekerleme yapıyormuş! Sabrınızı taşırmasına izin vermez, uyuyormuş gibi yapmaya devam edersiniz. İşe yarayacak, değil mi? İşaret parmağını, yastığınızın bir ucundan yavaşça kaydırarak yüzünüze doğru getirir; amacı, gözlerinizin açıklık derecesini ölçmek. Ama ıskalar ve parmağını yanağınıza batırır.


Tepki gelmemesi, oyun alanının önemli ölçüde genişlediğini fark etmesini sağlar. Babasının yastığına sarılıp yuvarlanmaya başlar – baharda çim kaplı tepelerdeymişçesine. Ve sırada dans var; olduğu yerde koşup dönerek, bile bile düşüp sahte ve yüksek sesli kahkahalar patlatarak. Ve BAM! Aniden sert bir tekme mini jiletli tırnaklarla beraber yanağınıza iner. Belli ki uzun bir gece olacak.


Müthiş ve katlanılmaz…



Aynı yatakta yatma ile kalıcı bir şekilde ilişkilendirilmiş olan potansiyel tehlikenin ciddiyeti yüzünden, kimileri kabul etmekte bile zorlanıyor. Fakat çoğunlukla mevcut tüm uyuma şekilleri içerisinde en iyi seçenekmiş gibi görünüyor. Ebeveynliğin hemen hemen her yönü gibi, bazen müthiş, bazense katlanılmaz oluyor.


Evet, küçük bir çocukla aynı yatağı paylaşmaya başladığınızda, bir süre sonra yaptığınız tek şeyin uçan tekmeler arasında uyur gibi yapmak olduğunu fark eder ve sonunda “UYU!” diye bağırmaya başlarsınız– gelecekte uyuyabilmeye dair umutlarınız da ellerinizden kayıp giderken. Ses tonunuzun ciddiyetini algılayan çocuğunuz, çöker ve utanç içerisindeki bir köpek yavrusu gibi yanınıza kıvrılır. Küçük Ninja, yavaşça karnının üzerinde yatağın alt kısmına doğru ilerlemeye başlar. Yere temas ettiği anda her şey bitecektir. Saat 2’ye dek salonda ışıkları açıp kapayıp koşturacak. Yerden kalkmasını sağlar ve sertçe yanınıza yatırırsınız. Ciddi olduğunuzu anlamıştır ve bir anlığına huzurludur. Ama en sonunda, mücadele yeniden başlar.


Kendinize her gecenin böyle olmadığını, bebeğinizin uyuyan yüzünü ve şiddetli bir tekmeyle uyandırıldıktan sonra gördüğünüz yumuşak gülümsemesini ne kadar sevdiğinizi hatırlatırsınız. Tıpkı ağabeyinin olduğu gibi, onun da yakında kendine ait bir yatağı olacak. Bir kez daha bölünmeyen uykunun verdiği zevkle mest olacaksınız – bir çocuk daha yapmaya karar vermediğiniz sürece.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.