Ara Güler ile Ara kafe'de buluştuk. Ben hemen kış çayımı söyledim. Bir taraftan da şapkasını kesiyorum. Çünkü şapkasında gözüm var. Herkesin hayran olduğu biri vardır bu hayatta. Benim hayran olduğum, hayatını ve çektiği fotoğrafları ezbere bildiğim tek biri var, o da Ara Güler...

Ne büyük şanstı onunla karşı karşıya oturup sohbet etmek. Röportaj biter bitmez şapkasını takıp fotoğraf çektireceğim. Bir yandan bunun hayalini kurarken soru sormaya da devam ettim tabii. Ben sordum o anlattı. Ne güzel anılar, keyifle yazdım...


"Pezevenkler para harcamasın diye siyah-beyaz basıyor"



- Fotoğraf çekerken ne arar gözleriniz?

Fotoğraf çekerken herkesin göremeyeceği şeyleri bulurum. Bu ışık olabilir, ışığın topladığı kompozisyon olabilir, bir yaşam olabilir. Benim o an ne görmek hoşuma giderse fotoğraf odur.


- Fotoğraf nedir?

Sihirdir.


- İlk çektiğiniz fotoğraf karesini hatırlıyor musunuz?

Tabii ki hatırlıyorum. Atatürk'ün heykelini kırmışlardı. Yeni İstanbul gazetesinde çalışıyordum. Yazı işleri müdürü beni oraya gönderdi. "Atatürk heykelini çek" dedi. İlk çektiğim odur.


- Fotoğrafa olan ilginiz nasıl başladı?

Babam eczacıydı. Zengin piçiydim. (Gülüyor.) Aslında bizim yaptığımız iş çok önemli. Biz tarihe vesika bırakıyoruz.


- En sevdiğiniz fotoğrafınız hangisi?

Mesela bir fotoğraf vardır hiç fotoğrafa benzemez. Kuşlar uçuyor. Bir taş attım ve binlerce kuş uçtu. O kuşları çekmiştim. Ama o kadar güzel kompozisyon oldu ki anlatamam. O fotoğraf benim için çok güzeldir.


- Bütün fotoğraflarınızın siyah-beyaz olmasının özel bir sebebi var mı?

Aslında daha çok renkli çekiyorum. Ama siyah-beyaz olanlar basılıyor. Pezevenkler para harcamasın diye siyah beyaz basıyor. (Gülüyor.)


- Bir fotoğraf çektiğiniz zaman neye dikkat edersiniz?

İçinde bir mana olsun istiyorum. Bir şey anlatsın. Mesela bir fotoğrafım var. İki tane boş iskemle, iskelede duruyor. Karşılarından gemi geçiyor. Biliyor musun o fotoğrafımı?


- Evet biliyorum tabii ki. En çok sevdiğim fotoğraflarınızdan bir tanesi.

Akşam olmuş, gün batmış, her şey bitmiş. O fotoğraf yalnızlığı ve terk edilmişliği anlatıyor.


- Türkiye'de fotoğraf sanatçısı dediğiniz biri var mı?

Yok. Ben bile değilim. (Gülüyor)




- Dijital fotoğraf makinesi kullanıyor musunuz?

Dijital şu an ki kullandığım makine. Canon kullanıyorum.


- Leica kullanmayı neden bıraktınız?

Leica pahalı oldu da ondan. (Gülüyor.)


- Hayaliniz sinemayken bir yangın ile son bulmuş. Nasıl oldu bu yangın?

Babam bundan olsa olsa sinemacı olur deyip beni arkadaşlarının yanına İpekçi kardeşlere ve Saray Sineması'nın sahibinin yanına İpek Film Stüdyosu'na gönderdi. Filmler çevrilirdi. Ferdi Tayfur'lar, Muhsin Ertuğrul'lar falan... Şehir tiyatrosu ile babamın eczanesi karşı karşıyaydı. Babamla sinemacılar sabaha kadar tavla oynardı. Ben sinemanın içinde büyüdüm.


- Bu sanat ruhu nerden geliyor sizce? Babanız eczacıydı. Doktor olmanız gerekirken birden bire kendinizi sanatın içinde bulmuşsunuz...

İbnelikten geliyor. (Gülüyor.) Babam doktor olmamı isterdi. Sonra baktı ki hayırsız pezevengin biri çıktım, anladın mı?(Gülüyor.)


- Foto-muhabir olmaya nasıl karar verdiniz?

Yangından sonra babam beni gazeteye gönderdi. Gazetecilik hoşuma gitti, her yere gidiyordum.


- Dünyada gitmediğiniz yer kaldı mı?

Hayır kalmadı. Her yere gittim.


- Hala fotoğraf çekmeye devam ediyor musun?

Tabii ki çekiyorum. Bırakılır mı? Şimdi sen çiş etme diyorsun! Onun gibi bir şey bu. (Gülüyor)


- Peki neler çekiyorsunuz şu sıralar?

Izdırap çekiyorum. Ne çekeceğim?


"Kral'ı çekeceğim diye deli taklidi yaptım"




- Fotoğrafını çektiğiniz en güzel kadın?

Sophia Loren


- Yatak odasına girip fotoğrafını çekmişsiniz.

(Gülüyor.) Ulan ne ibne memleket be! Otelde kalıyoruz. Çok kalabalık var. 11 kere Cannes Film Festivali'ne gittim. Artık herkesi tanıyordum. Gazeteciler yine toplanmışlardı. Sordum kimi bekliyorsunuz diye. Sophia Loren dediler. Asansörcü kapı açık bekliyordu. Ben de müşteri gibi içeri girdim. Asansörde durdum. İki tane Leica var bende...(Gülüyor.)


- Hiç fark etmediler mi sizi?

Hayır. Sonra asansörde beraber yukarı çıktık. Onlar indi ben de indim. Koridorda hep beraber yürüyoruz. Beni de kendilerinden biri zannettiler. Sophia Loren yatakta oturmak istedi ve ayakkabılarını çıkarıp attı. "Ya böyle bir fotoğrafını çekeyim senin" dedim. "Hiç böyle bir fotoğrafın yoktur" dedim. "Çek" dedi. Ben de çekmeye başladım. Ulan Sophia Loren'in yatak odasındayım, hale bak! (Gülüyor) Türkiye'de manşet yapmışlar. ''Muhabirimiz SophiaLoren'in yatak odasında'' diye. (Gülüyor)


- Ürdün Kralı'nın fotoğraflarını çekmek için deliler hastanesinde de kalmışsınız.

Yazı işleri Müdürü İbrahim bana dedi ki: Ürdün kralının fotoğrafını adam akıllı çekemedik, karısı da attı tımarhaneye, gidip çeker misin? Çekerim ama nasıl olur bilmiyorum dedim. Gittim ve deli numarası yaptım. Elimde felsefe kitapları var. Kafayı oynatan herifler öyle kitaplar okur ya… (Gülüyor)

Herifler bana baktı ve "Muhakkak delidir" dedi. Neyse önlüğü giydim bir herif geldi bir iğne yaptı abi mahvoldum.(Gülüyor.) Birinci gün bitti ertesi gün iyileştim. Baktım bir şeyim yok. Hastaneyi gezmeye karar verdim. Bir kütüphane gördüm. Kütüphanenin karşısında da Ürdün kralının odası var. Kapısının önünden geçerken çekerim diye düşünüyordum. Leica boynumda…

Hemen aklıma gazetedeki başlık geldi. İyi bir gazeteci röportaja başlık ile başlar. ’’Paravanın arkasındaki kral’’ başlığım buydu. Ulan baktım baktım çıkmıyor pezevenk… Kapıya çıksa resmini çekeceğim. Kapısının önüne doğru gittim. Birden bire koluma iki kişi girdi. Ayaklarım yerden kesildi. Aldılar beni en üst kata çıkardılar. İçeri attılar anladın mı? Bir daha buradan çıkarsan seni … dediler.(Gülüyor.)

Sonra ben o gece hastaneden kaçtım. İbrahim’e gittim. ’’Ulan beni ölüme gönderdiniz’’ dedim. Başıma gelen her şeyi anlattım. ’’Sen de öyle yapmasaydın. Yukardan çarşafı bağlasaydın, onun katına inseydin oradan çekseydin.’’ dedi. Hadi dedim pezevenk kolaysa sen yapta görelim. (Gülüyor.)


"Picasso 'Sen Sezar'a benziyorsun' dedi"


- Olsun Picasso’nun fotoğrafını çektiniz, o da sizin resminizi çizdi.

Biz arkadaş olduk. Çok zor biriydi ama biz onunla çalışıyorduk. Picasso’nun kitabını yapıyoruz. Metamorfoz ve Ünite diye bir kitap. 4 gün evindeydim. "Ya hep sen benim fotoğrafımı çekiyorsun. Ben de senin resmini çizeceğim. Çabuk bana kağıt, kalem bul" demez mi? Abi dünyanın en büyük ressamı dahası var mı? Ulan o koskoca odanın içinde başladım kağıt aramaya. Bir tane kağıt yok. Delireceğim! En sonunda baktım orada kitaplar var. Aldığım kitap da çok değerli bir kitap. Elli adet basılmış sadece. O kitabın ilk sayfasına çizdi beni. Benim resmimi çizerken birden bana bakıp ’’Sen Sezar’a benziyorsun’’ dedi. Nerden bileyim ben Sezar’ı. (Gülüyor.)


- Günümüz fotoğraflarının çoğunda Photoshop uygulaması hakim. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yalan fotoğraf yapıyorlar. Fotoğrafa yazık oluyor. Eskiden yalan söyleyen tek bir makine vardı dünyada o da fotoğraf makinesiydi. Mahkeme huzurunda bile artık doküman olarak sayılmıyor.


- Fotoğraf çekmeye meraklı olup bu merakı meslek haline dönüştürenlere tavsiyeleriniz var mı?

Bıraksınlar başka iş yapsınlar. Zor iş. Bunun aslına varabilmek için çok daha başka şeyler yapmak lazım.


"Chaplin felçliydi, Salvador Dali faşistti çekmedim"


- Charlie Chaplin’nin fotoğraflarını çekmeyi çok istediğinize rağmen çekmemişsiniz. Neden?

Çok gittim. Üç gün kapısında bekledim. Şatoda yaşıyor. Doberman köpekleri falan vardı. Her gün yaşadığı yere taksiyle gidiyordum. Günde 300 dolar taksi parası veriyordum. Ama fotoğrafını çekemedim. Haklıydı. Felçli haliyle görüntülenmek istemedi. Ben de çekmedim. Bana yakışmazdı.


- En kaprisli ünlü hangisiydi?

Salvador Dali. Faşistti o. "Benim 10 dakikam 15.000" dolar dedi.


- O parayı verdiniz mi?

Ne parası ulan? O para verilir mi? (Gülüyor.) Çektim işte…


- Yakın zaman önce büyük usta Yaşar Kemal’i kaybettik. Neler söyleyeceksiniz?

Yaşar İstanbul'a geldiğinde tanıdığı ilk Türk bendim. O kadar eski yani. Birlikte aylak aylak sokaklarda dolaşıp fotoğraf çekerdik. O da fotoğraf çekmeye meraklıydı. Ölümünden bir hafta önce beraberdik. Ne bileyim öleceğini? Gitmedim cenazesine...


- Neden gitmediniz?

Gidemedim... Yaşar ölünce bende bir şey eksildi. Bir parçam koptu. Yaşamın kokusu gitti.





@ozlemmgenc

Manşet Fotoğrafı: Erhan Sevenler

Röportaj Fotoğrafları: Kağan Dil

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.