“Leyla ile Mecnun” ve “Şubat” dizilerinin yaratıcılarından biri Onur Ünlü. Senarist, yönetmen ve yapımcı. Oyunculuk da koltuğunun altına sığdırdığı meziyetlerden biri. Ekranda marjinal işlerde hep onun imzası var. Ünlü, “Özel bir seyirciye dizi yaptığımızı düşünürüz. Kendimizin de bu özel seyirci kitlesi içinde olduğunu düşünürüz” diyor.


Yıllarca televizyon dizilerine senaristlik yaptı Onur Ünlü. "Deli Yürek"in senaryo ekibinde de o vardı, "Gazi"de de... Ama ben onu ilk filmi Polis’le takip etmeye başladım. Sonrasında da çektiği her filmin izleyicileri arasında oldum. Üç yıl önce bu kez absürt komedi türündeki "Leyla ile Mecnun"la televizyona yeni bir anlayış getirdi. Herkesin anlamadığı ama izleyicilerinde tiryakilik yaratan "Leyla ile Mecnun"u fantastik dizi "Şubat" takip etti.


Onur Ünlü, kafası bir başka çalışan, işine sonuna kadar sahip çıkan, sette yapımcı, yönetmen ve senarist olarak yer alan, tanımadığı insanlara karşı mesafesini çok net ortaya koyan, oyuncularını el üstünde tutan ve “İyi oyuncu her şeydir” diyen bir yaratıcı. Kendisini anlatmaktan hoşlanmıyor ama beni kırmadı. Buyrun röportaja...


"Şubat" bu sezonun en fantastik işi. Peki, nasıl doğdu?

10 senelik geçmişi var. Oyuncu arkadaşım Emin Gürsoy’un fikriydi. 2002’de rahmetli Meral Okay’la üzerine bir süre çalıştık. Daha sonra bir sebepten dolayı projeden vazgeçildi.


"Şubat", o zaman televizyon için erken bir proje miydi?

Galiba öyle bir şey oldu. Ben o işin sadece senaristiydim. Yukarıda olan şeyleri bilmiyorum, ilgilenmedim. Zaten hâlâ da karışmam. Neyse kısmet şimdiyeymiş.


Hem "Leyla ile Mecnun", hem de "Şubat" bir dizi için fazlasıyla marjinal projeler. İkisi de majör kanallardan birinde yayınlansa belki de izleyiciyle uzun süre buluşamayacaktı. Ama TRT için de aykırı diziler. Ben TRT’yi ikna sürecini merak ediyorum. Ortada bir paradoks varmış gibi...

Hayır, paradoks yok. TRT son birkaç senedir yeni bir yapılanma sürecine girdi. Burak Aksak, ‘Leyla ile Mecnun’u önce TRT’ye vermiş. Onlar bize yönlendirdiler. “Bu riski alır mısınız?” dediler. Biz de aldık ve oldu. İş başarılı olunca bir proje daha yapmamızı istediler. Biz de ‘Şubat’ı verdik.


"Şubat"a baktığımda ben bir oyunculuk şöleni görüyorum...

Ne kadar tuhaf! İnsanlar herkesin oyuncu olmasına şaşırıyor. Bu bizim suçumuz değil. Bunun için üzgünüz, biz rolleri oyuncularla çalışmayı tercih ediyoruz. İyi oyuncu her şeydir.


Dizilerinize baktığımda özellikle de ‘Şubat’ta her karakter ötekiyi temsil ediyor. Sizin ötekiyle bir derdiniz mi var?

Oturup bizim derdimiz ne diye düşünmüyoruz. İçimizden ne çıkıyorsa onu yapıyoruz. “Seyirci buna ne der?” diye düşünmeden, “Biz ne izleriz?” diye düşünerek proje üretiyoruz. Genelde televizyonda böyle olmaz. Ama biz kendimiz izlesek neden hoşlanırız diye dizi yapıyoruz. Kanal da sağ olsun, arkamızda duruyor. Bu açıdan kendimizi gerçekten şanslı hissediyoruz.





Ekranda inandırıcılık çok önemli. Yeraltında yaşayan bir adamla yerüstünde yaşayan bir kadının

aşkına bizi inandırmayı nasıl başarıyorsunuz?

Siz inanmışsınız ama inanmayanlar da var. Biz tüm televizyon izleyicisi bize inansın diye uğraşamayız. Sadece işlerimizle ilgileneceğini varsaydığımız tırnak içinde iyi niyetli seyirciyi ikna etmeye çalışırız.


Yani “Reytinglerde tüm kişileri hedeflemiyorum” diyorsunuz...

Belli bir alanda, bizim de dahil olduğumuz bir seyirci kitlesi var. Ama mutlaka kanal açısından ticari olarak sürdürülebilir bir durum yakalamalıyız. Çünkü TRT zannedildiği gibi reytinglerle ilgilenmeyen bir kurum değil. Biz de belli ortalamaları tutturarak, üzerine geçerek işimizi götürelim istiyoruz.


Sonuçta televizyon da bir ticarethane...

O kadar ağır konuşmazsanız iyi olur. (Gülüyor) Evet reel olarak biz tüccarız. Elimizde bir mal var ve onu satmaya çalışıyoruz. O nedenle eğri oturup doğru konuşalım. Lafı eğip bükmenin âlemi yok.


Peki, bu “Seyirci anlamaz” klişesine ne diyorsunuz?

“Seyirci anlamaz” fikrinin tam tersine inandığımız için ‘Şubat’ ve ‘Leyla ile Mecnun’u yapıyoruz. Her zaman seyircinin bizden daha zeki, uyanık, bilgili olduğunu varsayıyoruz. Özel bir seyirciye iş yaptığımızı düşünürüz. Kendimizin de bu özel seyirci kitlesi içinde olduğunu düşünürüz.


Geçtiğimiz ay Nuri Bilge Ceylan hakkında bir söyleşide “Nuri Bilge Ceylan izleneceğine Recep İvedik’in izlendiği bir ülkede yaşamak isterim” dediğiniz yazıldı. Orada ne demek istediniz?

Benim kurduğum cümle bu değildi. Şunu söylemek istedim. Biz özel insanlara iş yapıyoruz ve bu insanların sayısı da çok fazla değil. İyi ki de öyle. Çünkü kendimizi özel hissediyoruz. Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinin gişesi bellidir ve öyle kalmaya devam etsin. Umarım Nuri Bilge Ceylan 5 milyon gişe yapmaz. Çünkü böyle sosyolojik sapmayı ben kişisel olarak kaldıramam. Ama 4-5 milyon izlenen filmler de var. Recep İvedik gibi... Mesele bizim ağır kitleye yönelik bir şey yapmıyor olmamız. Bizim işlerimizi belli bir seviyede insanlar izlemese de olur. Biz bunu tercih ederiz. Tıpkı Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinin belli sayıda insanın izlemesinin ona çok şey kaybettirmediği gibi...


Bu sektör için kurtlar sofrası yorumu yapılır. Ama Onur Ünlü adı geçince yapımcısından oyuncusuna herkes “İyi adam” der. İyi olmakla bir derdiniz mi var?

Herkesin var, kimin yok ki? Ama bütün gün iyi olmalıyım diye yaşamıyorum. Bir sürü insan yapmaya çalışıyor ama biz gerçekten sette oluyoruz. Funda Alp, bizim hem yapımcımız hem de senaristimiz. Zaten oyuncu. Ben yazıyorum, yönetiyorum. Biz gerektiğinde yazar, çizer ve oynarız. Dolayısıyla böyle çalışmayan yapımcılara göre çalışanlarla daha fazla ilişki içindeyiz. Bir sıkıntı varsa yapımcı olarak ben de onu yaşıyorum. Onlarla beraber olunca daha iyi bir insan olduğumu zannediyorlar. (Kahkahalar)


Röportaj: Oya Doğan

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.