Alexander Payne, Hollywood dramlarına mütevazı, gerçekçi alternatifler getiren, klişeleri sevmeyen bir yönetmen olarak çıktı karşımıza hep. Jack Nicholson’a Oscar adaylığı getiren “Schmidt Hakkında” (2002), emekli olduktan sonra hayatının anlamsızlığını keşfeden bir adamla ilgiliydi. “Sideways” (2004), orta yaş krizini yaşayan iki başarısız erkek üzerine kuruluydu. Hollywood aile dramlarına gerçekçi ve farklı bir hava getiren “Senden Bana Kalan” (The Descendants) ise karısı komaya giren bir avukatın, üst üste yığılan sorunlarıyla baş etmek için verdiği mücadeleyi anlatıyor. İşleri yüzünden eşinden uzaklaştığını ve onu yıllardır ihmal ettiğini ancak bu komadan sonra fark eden Matt King (Clooney), iki kızıyla iletişim kurmaya çalışırken daha da tatsız gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalıyor.


Payne, tezatları seven bir yönetmen. Yaklaşan bir ölümün kederine odaklanan “Senden Bana Kalan” sinemada her zaman tatilin, neşe ve mutluluğun mekânı olan Hawaii Adaları’nda geçiyor. Payne, görüntü yönetmeni Phedon Papamichael’le alışılagelmiş turistik, egzotik Hawaii kadrajlarından uzak duruyor; realist bir Hawaii çıkarıyor karşımıza. Hawaii bir dekor olmanın ötesinde, filmin öyküsünde de önemli bir rol oynuyor; Matt King beyaz, sömürgeci Amerikalıların geçmişten bu yana Hawaii’ye verdikleri zararlarla da hesaplaşıyor.


Gerçekçi anlatım, ince mizah

Alexander Payne, hiçbir şeyi abartmadan, gerçekçi bir anlatımla ince bir mizaha, ironiye ulaşan yönetmenlerden. Matt’in, büyük kızı Alex’den (Shailene Woodley) karısının sırrını öğrendiği ve ardından koşarak evden çıkarken ayakkabısını giymeye çalıştığı sahne mesela... “Senden Bana Kalan”da mizah, tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi tuhaf, istenmeyen durumların üst üste gelmesinden ibaret.


Kaui H. Hemmings’in romanından uyarlanan film, yaşanan çatışmaları, krizleri hayalci, iyimser çözümlere ulaştırmıyor. Amerikan aile dramlarında olduğu gibi göz yaşartıcı itiraflara, samimiyet patlamalarına ve benzeri duygusal sahnelere de yer vermiyor. Tam aksine, aile üyeleri kabuklarının içinde gizlenmeyi sürdürüyorlar. Finalde vurgulandığı gibi asıl önemli olan, babanın otoritesinin tesis edilmesi ya da mükemmel iletişimin kurulması değil, aralarındaki sessiz uyum. Matt’in küçük kızı Scottie’nin arkadaşından özür dilemesi de anahtar sahnelerden biri. Bu sahnede her kırgınlığı, her sorunu çözmenin mümkün olmadığını hissediyor, asıl önemli olanın en az hasarla hayatı devam ettirebilmek olduğunu anlıyorsunuz. “Senden Bana Kalan” da aşağı yukarı bunu söylüyor. George Clooney başta olmak üzere tüm kadro, karakterlerin iç dünyasını incelikli bir biçimde yansıtmayıbaşarıyor. Genç Shailene Woodley’nin bir yıldız gibi parladığını da belirtelim. “Senden Bana Kalan”, diğer Alexander Payne filmleri gibi hüzünlü de olsa, tuhaf bir biçimde hayat sevgisi ve iyimserlikle dolu...



Hazırlayan: Mehmet Açar

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.