Son zamanlarda kadınların güçlerinin farkına varmaları ve ele almaları konuşulurken akla yeni sorular gelmeye başlıyor. Yeni bir güçlü kadın miti yaratıyor ve bunu yaparken bir çeşit handikaba mı giriyoruz? Kadınlara, kız çocuklarına güçlü olmak telkin edilirken korku gibi doğal duyguları görmezden gelmek, olağan duyguları yaşamaya izin vermemek doğru mu? Bu şekilde bir güçlü olma hali aslında eril bir tavır mı? Kendi duygularının ve durumunun farkında olarak davranış geliştirmek yek güçten daha faydalı olabilir mi?
Tuttuğunu koparmak, Amazon olmak, savaşçı olmak… Nasıl ifade edilirse edilsin, kahramanlık telkiniyle sırtı sıvazlanan kız çocuğunun ve her yaştan kadının aslında güçlü olma mecburiyetine maruz kaldığında arka planda birtakım duygular da hissettiğini hatırlamakta fayda görünüyor. Aynı şey elbette erkekler için de geçerli. Yaşanan anın içinde hissedilen duyguları görmezden gelen bir güç kavramı, erkeksi bir öğe olarak yaşamda varlığını korumaya devam ediyor. Bu da kadının gücü kendi içinden gelen haliyle değil, toplumun alıştığı tanımıyla alıp kullanmasına sebep olabiliyor. Güç, erkeksi bir öğe olarak algılandığında kadınları yeni bir handikaba sokuyor. Kadınların güncel hayatta, özellikle iş dünyasında hayatta kalabilmek için erkeksi tavırlara mecbur kalması, artık bilinçli erkekler tarafından da sorgulanmaya başladı. Erkeksi güç tanımından çıkan davranış modellerinin dünyayı daha iyiye götürmediği artık farkına varılan bir gerçek oldu. Hâlbuki gücün sözlük tanımına bakıldığında; etki yapabilme, etkiye direnebilme ve iş yapabilme niteliği gibi anlamlar karşımıza çıkıyor. Yıkıcı eksene kayan güç kavramını tazeleme zamanı gelmiş görünüyor. Peki, gücü daha iyi bir yaşam için nasıl tanımlayabiliriz?
Kadınlar için güç kavramı
Yetişen nesli büyüten veya pay sahibi olan anne, teyze, arkadaş, hala gibi yakın geçmişin kız çocukları yani şimdinin yetişkin kadınları için “güçlü ol” telkiniyle karşılaşmak ayrı bir içsel mücadele getiriyor. Bunalmaya, korkmaya, endişe duymaya, üzülmeye, bıkmaya adeta fırsat olmuyor. İş hayatında yer kazanmaya başlayan kadın neslinin üyeleri, eski neslin aktarıp kural gibi sunduğu kadınlık kalıplarının üzerine bir de süper anne, güçlü kadın gibi kimliklere bürünme baskısına maruz kalıyor. Kadınlar bu haliyle, önceki nesillerin ve gelecek nesillerin arasında adeta bir alacakaranlık kuşağında pusulasız seyir halinde gidiyor. Yetişkin kadın nesli, eski nesilden gelen fedakâr ve kutsal annelik, becerikli kadınlık baskısı ile yeni modern dünyanın barındırdığı gündelik detaylar ve sorumluluklar arasına sıkışıyor. Güçlü kadın olmak, ölçütlerini erkek egemen dünyanın belirlediği bir mertebe, bir hedef olarak benimsendiğinde yeni bir baskının handikabında kalınacak gibi görünüyor. Peki, bundan nasıl çıkılabilir?
Erkekler de “savaşçı”, kadınlar da
Erkeklerin korku, endişe gibi duygularını çocuklukta bastırmayı öğrenmeleri, yetişkinlik yaşamlarında öfkeyi hak etmeyen adrese, kadına şiddetle yöneltmesine kadar gidebiliyor. İçlerindeki gücü koruyucu, yapıcı yönde kullanmaya alan bulmaları dolayısıyla “Savaşçı olmak”, mücadeleci olmak yüz yıllardır erkeklere özgü bir yetkinlik ve beceri olarak görüldü. Ne var ki, elde edilen hâkimiyet yaşamda kadın-erkek dengesini bozan yönde ilerledi. Nihayet günümüzde, kadınların uzun süren mücadeleleri sonucunda kadınların da tarih boyunca aslında yaşamın her alanında savaşçı kimlikleriyle var olduğu ve yaşam unsuru oldukları toplum tarafından hatırlanmaya başladı. İşte bu noktada güncel bir güç tanımı, modern yaşamdaki bireyin ve toplumun tüm ihtiyaçlarını kapsayabilir. Dolayısıyla, savaşçı olma tanımını da günlük hayattaki becerilere yönelik olarak konumlamakta fayda var. Bu da bize, kadının aslında günümüzde de bu gücü içinde barındırdığını hatırlatıyor. Kadının içindeki savaşçı potansiyeli fark etmesi, yaşam becerilerinde, başka bir tabirle “yaşam savaşında” erkeğe muhtaç olmadığını hatırlaması için ilk adım. Ancak kadının da içinde barındırdığı gücün, henüz çocuklukta baskıladığını unutmamak lazım. Erkek egemen toplumda birçok kadın, kendi özündeki becerileri unutmuş halde var olma mücadelesi veriyor.
“Kadın insan” olmanın mücadelesi, bazı toplumlarda beşikte başlıyor. Kadın için yol ayrımları çocuklukta ortaya çıkıyor. Bu yol ayrımlarında kadınlık kimliği o kadar büyük yol ayrımlarına sebep oluyor ki, kadında kadınlık kavramına yönelik gelişen psikolojik şemalarla birlikte, toplum baskısı en geleneksel veya en modern haliyle açık veya örtük şekilde benliğin üzerini örtüyor. Kadın, içindeki doğal savaşçıyı belki bir ömür süresince, farkında olmadan derinlere bastırabiliyor. Bundan dolayı, kendi kızına veya yetiştirdiği, örnek olduğu kız çocuklarına koruyucu bir içgüdüyle güçlü olmayı telkin ederken, tam olarak nasıl yapabileceğini bilemez, becerilerinden yoksun halde kalabiliyor.
Herkesin içindeki güç; Duygularının farkında olmak ve öz düzenleme
Yeni bir güç tanımı hem kadınlara hem de erkeklere yardımcı olabilir görünüyor. Erkeklerin yetiştirilirken gördükleri güçlü olma, duygularını bastırma veya gizleme baskısını azaltmak ve onlara duygularını yapıcı şekilde göstermek için yol göstermek tüm ilişkilerin tansiyonunu düşüren bir dönüşüm başlatabilir. Başka bir deyişle, duyguların farkında olup bunları düzenleyerek yol çizmek “güçlü olmaktan” daha faydalı görünüyor. Böylece güç kavramının, duyguları da içeren bir itki olarak tanımlanması hedeflendiğinde, kavramın toplumdaki yeri ve faydası da genişleme şansı bulacaktır. Yeniden tanımlanan güç hem erkekler hem de kadınlar için içsel bir araç haline gelir. Bu noktada bireyden başlamak gerektiğini söylemek lazım. Bireyin kendinin farkında olması, duygularını tanıması ve eğer çocuk ise yetişkinlerin buna alan açması ilk adım. Yani ilk yol, karar gereken durumlarda refleks davranışlar göstermeden önce duygulara bakmak. Duyguları katmadan itici gücün kullanılamayacağı gibi, sadece güç tavrı ise deyim yerindeyse kaba kuvvet getiriyor. Duyguların tanımlanması, ifade edilmesi işin sadece başlangıç noktası. Dengeyi sağlamak için bireylerin sosyal ve duygusal gelişimleri yönünden bakıldığında; öz düzenleme, yaşam becerileri gibi bazı kavramlar karşımıza çıkıyor.
Herkes için yaşam becerileri
Güç kavramına bakıştan bir adım sonrasında, yaşama ve bireysel gelişime yönelik pratik yaklaşımlar karşımıza çıkıyor. Duygulara izin vererek yola çıktığımızda, psikoloji bilimi çatısı altında, sosyal ve duygusal gelişim konusunda bahsi geçen “güç” ihtiyacına cevap veren bir kavram bulunuyor: Yaşam Becerileri. Yaşam becerileri kavramının getirdiği başlıkların her biri için dünyada güncel eğitim anlayışlarında çocukluktan itibaren temel atılıyor. Gelişimin yaşam boyu devam ediyor olduğu, artık çoğunluğun hemfikir olduğu bir teori. Yetişkinlik döneminde de kişilerin kendilerini yaşam becerileri açısından değerlendirmesi hayatın getirdikleri karşısında daha gerçekçi bir çözüm sağlıyor.
Yaşam becerileri, bireylerin günlük yaşamın gereklilikleri, zorlukları ve engelleri ile etkin bir şekilde başa çıkmalarını sağlayan uyumlu ve olumlu davranış becerileri olarak eğitim bilimciler ve gelişim kuramcıları tarafından tanımlanıyor. Psiko-sosyal beceriler olarak; öz farkındalık, problem çözme, eleştirel düşünme ve kişilerarası beceriler gibi öğrenilebilen ve uygulanabilen beceriler olarak sıralanıyor. UNESCO’nun da ortaya koyduğu yaşam becerileri; çözülemeyen çatışmayla başa çıkma, problem çözme, iş birliği, öz-farkındalık, yaratıcı düşünme, karar verme, eleştirel düşünme, stresle baş etme, müzakere, değerlerin belirlenmesi, baskıya direnme, hayal kırıklığı ile başa çıkma, geleceği planlama, empati, duygularla baş etme, girişkenlik, aktif dinleme, saygı, hoşgörü, paylaşım, merhamet gibi birbirinden çeşitli beceriler olarak sıralanıyor.
Konuya bu açıdan bakıldığında hem kız çocukları hem de erkek çocukları için aslında konuya güç-güçsüzlük ekseninden çıkarak “öz düzenleme becerisi” gözüyle bakıldığında yetişkinler için de geçerli bir anlayış ortaya çıkıyor. Sosyal-duygusal yeterliliğe sahip bir birey olmak, yaşam becerileri konusunda yetkinliğe ulaşmak yetişkinler için güçlü olmaktan daha akılcı ve pratik bir yaklaşımı ifade ediyor. Bunun temelleri çocuklukta atılıyor, eğitim sistemlerine okul öncesi dönemlerde giriyor ve yetişkinlere hem eğitimcilik hem de ebeveynlik düzeyinde görevler düşüyor.
Genel olarak yaşam becerileri ile sosyal ve duygusal yönden sağlıklı gelişen birey, yetişkin olduğunda karşılaştığı zor durumlarla başa çıkabiliyor. Bu bakımdan, çocukların karşılaştıkları durumlarda oluşan duygularını fark etmeden sadece telkin yoluyla yönlendirmeye çalışmak yeterli olmayabiliyor. Çocuğun yaşadığı zorlu durumda yetişkinden gelen baskılar, duyguları bastırma riski getiriyor. Bu gibi durumlara özellikle erkek çocukların sık maruz kaldığını hatırlamak gerek. “Güç” telkininin, aynı baskıyı kız çocuklara da benzer şekilde hissettirebileceğini düşünmekte fayda var. Güçlü olma baskısı, duyguları bastırma riski getireceği için başa çıkma kavramını öne çıkarmak daha işe yarar görünüyor. Başa çıkma ise, sosyal ve duygusal olarak yeterliliğe kavuşmuş bireyler için geçerli olabiliyor.
Sosyal ve duygusal yönden yeterliliğe kavuşmuş bir birey, karşılaşılan problemleri şiddete başvurmadan çözebiliyor. Anlamı değişkenlik gösterebilen “güç” kavramı yerine, birey yeterlilikleri aracılığıyla çözüme ulaşıyor.
Öz farkındalığı gelişen birey duygularını tanıyor, güçlü duyguları yöneterek öz düzenleme davranışları gösteriyor. Dolayısıyla öncelikle çocuğun öz farkındalığını geliştirmeye yönelik olarak duygusunun farkına varmasını sağlamak, ifade ederek açığa çıkmasına yardımcı olmak, dört-beş yaşından itibaren duyguları kontrollü olarak ifade etmeye yönlendirmek, yetişkinlerin yapabileceği yardımlar arasında görünüyor. Açığa çıkan duyguyla başa çıkarak bir sonraki aşamaya geçebilmek de önemli. Bu, çocukların olduğu kadar yetişkinlerin de üzerinde çalışması gereken bir pratik. Böylece öz düzenleme davranışlarıyla motivasyon geliştirmek ve gerçek hedefler belirlemek mümkün oluyor.
Gücü doğru kullanabilme; İrade
Güç, sözlük anlamı olarak etki yapabilme, etkiye direnebilme yeteneği, kuvvet, hareket ve iş yapabilme niteliği gibi tanımlara sahip. Burada akla, günlük hayatta sık kullanılan bir kelime olarak “irade” geliyor. İrade; bir şeyi yapıp yapmamaya karar verme gücü olarak tanımlanıyor. Özellikle kız çocuklar için, iradenin ön plana çıkarılması daha pratik bir yaklaşım gibi görünüyor. Kendi iradesini kullanabileceği bilgisini içselleştirebilen çocukların, üstesinden gelecekleri yaşamsal ödevler kolaylaşıyor. Bu da yaşam boyu gelişim gösteren bireyler arasında özellikle kadın bireylere sürekli bir başarı baskısı, erkeksi güç baskısı ile davranmayı değil, kendi yaşamsal ihtiyaçlarını karşılama ve sorunlarla başa çıkma becerilerini getiriyor.
Eril dünyaya atfedilen güç, başarı gibi kavramları tüm hayatın odağına almak yerine denge, şefkat, özsaygı gibi kavramları da gündeme getirdiğimizde çocuk-yetişkin tüm bireylerin öz düzenleme kapasitesi artıyor. Böylece kadın olmaya yönelik özellikleri geri plana atarak güçlü olmak, erkeksi olmak başarının ön koşulu olmaktan çıkıyor. Başarının kişinin kendi gündelik hayatında göstereceği irade ile başlayacağını hatırlamakta ve hatırlatmakta fayda var.
Kadınların; gücün herkesin kendi koşulları içinde ortaya koyacağı tutum ve davranışlar olabileceğini düşünerek kendi öz düzenleme becerilerini geliştirmeleri oldukça önemli. Bu da dış etkenlerden kaynaklı baskıyı hafifletiyor ve ek olarak kadın-erkek cinsleri arasında iş birliği yollarını arttırıyor. Bunun ilk yolu duyguları anlatmak, ifade etmek ve erkekleri de ifade etmek için teşvik etmek olarak ortaya çıkıyor. İş yine kadınlara düşüyor gibi görünse de bunun da tam bir yaşam becerisi, yapıcı güç, yani eski deyişle “güçlü kadın” tavrı olduğunu söylemek ve motive olmak mümkün.
YORUMLAR