Dünya güzeli bir şehir: İstanbul…

Bayramda Yunan adalarına gittik. Allah’ın sıcağında adaları tek tek dolaşıyoruz. Her yer pırıl pırıl, düzenli, zevkli ve temiz…


Dolaştıkça adaları, oraları, buraları “Vay canına adamlar yapmış!” falan oluyoruz. O havaya girdik yani.


Bizim sokaklarımız kirliydi, biz de hizmet sıfırdı, biz ne iş becerirdik ki?


Bu arada yolcuların içinden arkadaş olduğumuz genç arkadaşlar, sık sık Osmanlıyı aşağılayıp duruyorlar.


Rehber arkadaşımız Yeşim Atina’yı anlatırken arada bir “Yine hiçbir şehir İstanbul’un eline su dökemez” dedikçe bizim genç arkadaşlar homurdanıp duruyor. Kızıyorlar bu söyleme…


Yine bir adada, sanıyorum Santorini idi, oturmuş grubun gelmesini bekliyoruz.


Bir Yunanlı bize dönüyor, İngilizce nerden geldiğimizi soruyor. Ankara’dan mı yoksa İstanbul’dan mı? Biri “İstanbul” deyince, orası “Konstantinapolis” diyor, üstüne basa basa.


Belli ki bize bunu söylemek için o soruları sormuş. Bir nevi çanak tutmuş yani.


Bunun üzerine bizim gruptan biri “Oralar hep onlarınmış biz almışız ellerinden” demez mi? Nasıl üzüldüm anlatamam.


Yunanlıya dönüp “İstanbul Bizans’ın olmadan önce kimindi?” diye sordum. Adam aynı kararlılıkla “Greklerin” dedi. “Peki, ondan önce?” diye sordum.


Bir şey söylemedi sustu.


Bu kez coştum “Truva’ da ne işiniz vardı? Truvalılar kimdi, ya Hititler? Onların kim olduklarını biliyor musunuz?”


Liseyi dokuz yılda bitirdim. Bilmeyenler için söyleyeyim; bizim dönemimizde lise üç yıldı. Her sınıfta iki yıl okuyup bir yıl beklemede kalarak geçti lise yıllarım.


Beni en çok zorlayan şey iyi not almak için ezber yapmak gerekliliğiydi. Bir Tarih hocamız vardı nur içinde yatsın; ön sıralarda bir yere şöyle yaslanır, başlardı anlatmaya…


Belli ki o da anlatacağı dersi ezberlemişti. Zaten anlattığı konular tarih kitabımızda yazıyordu. Tarih dersimiz biraz masalımsı hikâyelerle geçiyordu.


“İşte oralar hep bunlarınmış, biz ellerinden almışız” diyen kadın da belli ki aynı tarih kitabını okuyarak mezun olmuştu. Çünkü Batı merkezli tarih anlayışına göre biz Anadolu’ya Orta Asya’dan gelmiştik.


Biz barbardık, medeniyet yıkıcısıydık.


Oysa bunların hepsi külliyen yalandı. Atatürk, bu tarih anlayışını bilimsel temelde yıkmak için değiştirmeye çalışmıştı hayatının son günlerinde. Bu yüzden Türk Dil ve Tarih kurumunun kurulmasını sağlamıştı.


Atatürk’ün bu çalışmaları daha sonra ütopik ve romantik hayaller olarak değerlendirildi. Çalışmalar yavaş yavaş rafa kaldırıldı.


Yine çocuklar kitaplarda Türklerin Orta Asya’dan geldiğini öğreniyorlar.


Çocuklar okullarda hala Türklerin barbar ve yıkıcı bir kavim olduğunu öğreniyor.


Ne güzel değil mi?

Ayrıca O bizlere laf sokuşturan Yunanlı vatandaşın mantığı doğruysa Amerika’nın asıl sahipleri Kızılderililer olmaz mı? Neyse geçelim bunları…


Gece dönüş yolculuğu başladı. Evimizi özlemişiz. Tam Çanakkale’den geçerken, Şehitler Abidesi önünde Mehmet Akif’in Çanakkale şiirini dinliyoruz.


Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı şarkısı eşliğinde bir sanatçı şiiri okuyor.


Tüylerimiz diken diken…


Tam 250 bin kişi ölmüş orada...


Bizim insanlarımız göğüslerini kurşunlara siper etmişler. Orada tarihin en büyük kahramanlık destanı yazılmış. Gözlerimiz doluyor. Elimde olmadan selam çakıyorum anıta doğru…


Ve sabah yedide İstanbul’a giriyoruz: Aman Allah’ım! Yahu ne güzelmiş İstanbul. Deniz, tarih, camiler, boğaz…


Olağanüstü bir karışım.


Üstelik binaları da güzel, temiz ve bakımlı gözüküyor. Burada yaşadığım ve Türk olduğum için gururla kabarıyor göğsüm. Haklıymışsın Yeşim, İstanbul dünya güzeli bir şehir…

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.