Disleksi geldi, bilge çıktı!

Geçenlerde genç bir delikanlı geldi merkezimize. Disleksi sorunu olduğunu söyledi.


Disleksi, “Özgün Öğrenme Bozukluğu” denen bir sorun. Algılamada ve öğrenmede bir sorun oluyor o kişilerde. Meslek Lisesini altı yılda falan bitirmiş. Söylediğimiz şeyleri zor anlıyor gibi. Gergin ve sıkıntılı gözüküyor. Yerinde duramayan bir hali var.


Bir süre motorlu kurye olarak çalışmış. Aldığı maaştan ve yaptığı işten pek memnun değil.


Ailesine çok kızgın. Özellikle annesine. Onun ve babasının üstüne çok düşmelerinden bıkmış durumda. “Beni uzuvlarından biri zannediyorlar sanki” diyor.


“Ne yaptığımı, nereye gittiğimi hep sorarlar” diyor. Artık bıktığını falan söylüyor.


Kendisinin disleksi olduğunu kanıtlamak için de yazısını bana gösteriyor. Yazısının ne kadar çirkin olduğunu belirtiyor. Sanki bana bunu kanıtlamak ister gibi cebinden bir defter çıkarıp gösteriyor. Hakikaten yaşına göre çok berbat bir yazısı var.


Ama benim hiçbir şeyin göründüğü ve söylendiği gibi olmadığını bilen aklım, her zamanki gibi, olaya başka türlü yaklaşmak eğiliminde.


İnsanın her sorununu, kendisi tarafından bir fayda sağlamak maksadıyla (bu fayda güvende olmak amacını güder), yine kendisi tarafından oluşturduğu gerçeğinden hareketle düşünmeye başladım.


Disleksi sorunuyla ilgili tanım şöyle yapılmış: Disleksi, dinleme, konuşma, okuma, yazma, akıl yürütme ile matematik yeteneklerinin kazanılmasında ve kullanılmasında önemli güçlüklerle kendini gösteren bir öğrenme bozukluğudur.


İlkokula başlayan disleksili çocuklarda, eğitim alabilecek zihinsel gelişim henüz tamamlanmadığı için okuyamazlar, yazamazlar ve matematiksel işlemleri kavramada zorluk çekerler. Ancak bu, onların zekâ düzeyinde (en önemli kısım bu) bir sorun olduğunu göstermez.


Ee o zaman sorun ne?


Neyse biz çalışmalarımızı yürütmeye devam ettik. Küçükken, annesinin ve babasının kendisini sürekli hataları ve özellikleri aptallıkları dolayısıyla eleştirip, alay ettikleri çıktı ortaya.


Biz hala şu soruyu sormaya devam ediyorduk; “Peki neden?”


Bu durumda o aslında anlayamıyor değildi, ANLAMAK İSTEMİYORDU.


Bunun nedenini bulmamız gerekiyordu. Ve nitekim bulduk. Kendisi, geçmiş yaşamlarının birinde bir gruba, bir gerçeği söylemişti. Fakat bunu söylediği grup buna çok sinirlenmişti ve onu linç etmişlerdi. Bu bilgi, sanki Alevilikle ilgili bir şeydi. Evet, evet Hasan Hüseyin’in katlinden hemen sonra ah vah edenlerin karşısına çıkmış ve onlara bu olayın sebebi hikmetini kendince anlatmıştı. Ona göre Hasan ve Hüseyin, ölerek sonsuza ulaşmışlardı. İnsanlar artık sonsuza kadar onları sevgiyle anacak ve katillerini de lanetleyeceklerdi. Böylece onlar artık sonsuzlukta yerlerini almışlardı.


Bu açıklama, o zamanın insanlarının pek kolay kabul edeceği bir şey değildi tabii.


Onlar yas tutmak, kin tutmak ve lanetlemek istiyorlardı belki de. Ve onu linç ettiler. Ve O, o gün yemin etti: “Ortalama insanın anladıklarından fazlasını anlamamaya.”


Annesi ortalama insandı işte, babası da ortalama bir insandı. Kendisi de bize geldiği andan itibaren hep “Onlarla anlaşamıyorum” diyordu. Ben de ona “Seni anlamaları gerekmez, sen onları anla yeter.” diyordum.


Bu keşiften sonra birden delikanlının havası değişti. Duruşu, oturuşu bir başkalaştı. Yüzünde ciddi ve olgun bir ifade belirdi. Sesi başkalaştı. Başladık kendisiyle sohbete. Yok Alevilik, yok Kur’an, yok felsefe, yok bilmem ne. Odada dramaya katılan arkadaşlar şoka girdi. Onun bize ilk geldiği zamanı biliyorlar çünkü. Tedirgin, şaşkın, kafası karışık o adam gitti, yerine bir bilge geldi oturdu sanki. Sohbet o kadar keyifli ve heyecanlı bir hale geldi ki zamanın nasıl geçtiğini bilemedik.


Neyse tam ayağa kalkacakken ben ona “Senin bu olayı yazacağım” dedim. “Biliyor musunuz, ben de bunu hayal etmiştim size gelirken” dedi. “Bir şey olacak, Şanal bey benimle ilgili bir yazı yazacak dedim. E bu da oldu işte!” “Çok iyi!” dedim ona. Arkamdan seslendi. “Yazacaksanız anneme haber vereceğim.” “Yazacağım” dedim, “Hem de isminle, cisminle.”


Aha işte burada yazıyorum: Serdar Deveci.


Ha bu arada unutmadan söyleyeyim; “Albert Einstein, Leonardo da Vinci ve Tom Crouse da disleksiymiş.”


Sonuç itibarıyla Serdar Deveci bizim merkeze “Disleksi” olarak geldi, “Bilge” olarak çıktı gitti.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.