Karanlığa yeniden iniş

Her zamanki gibi bir zamandı. Nasıl oluyorsa... Hayatın günlük gailesi içinde akıp gidiyordum. Sonbahar gelmişti, kamplar, inzivalar şimdilik bitmişti. Rutine dönme vakti gelmişti. Sağ mememde minik bir ağrı vardı birkaç gündür, içimdeki ses: "hadi artık Damla, kontrole gitmen lazım" diyordu. İçimdeki sesi dinlemeyi öğrenmiştim artık. Gideyim, dedim.


Her zaman kontrole gittiğim, çok güvendiğim, meslek etiğine hayran olduğum doktorumun takviminde bir sıkışıklık vardı. Ankara'daydı ayrıca, Ankara biletlerini tutturmak, zamanı ayarlamak filan biraz zahmet istiyordu. İçimdeki ses, hadi hadi, diyordu. Dinledim. Güvendiğim bir arkadaşımdan İstanbul'da bir meme radyologu tavsiyesi aldım. Ona gittim. Hanik'e, teyzemin kızına, benimle birlikte gelmesini rica ettim. Ben kontrollerime hep tek başıma giderim, bu sefer yanımda o olsun(du)...


Gittik. Nişantaşı'na... Ultrason, mamografi derken, doktor "biyopsi yapacağız" dedi... Bildiğim bir kelime ama ne olacağını tam bilmiyorum. Peki. Biyopsi, boktan bir şey. Meme dokusunun içinden kalınca bir iğneyle hücre alınıyor, laboratuara gönderiliyor, birkaç gün bekliyorsun sonuçları.


Memem acıyarak, tanımadığım doktorun ofisinden, beklemediğim bir müdahaleyi geçirmiş olarak çıktım. Eve gittim. Mememi deştiler, dedim evdekilere. Kendimi taciz edilmiş gibi hissettiğimi söyledim. Taciz edilmiş hissini nereden biliyorum ki ben?


90'ların başından 2000'li yıllara kadar olan süreyi Karaköy'deki okulumda geçirmiştim. Taciz hayatımızın günlük bir parçasıydı neredeyse, şikayet bile etmiyorduk boku çıkmadıkça. Pandik, laf atma, peşine takılma, teşhircilik, flört zorbalığı... Biliyordum bunları. Genç kızlık hayatımın çok da dönüp bakmak istemediğim, çok şükür geçip gitmiş anılarıydı bunlar. Meme biyopsisinin hissi bunlara benziyordu.


O gece Aysun gelecekti. Günümün nasıl geçtiğinden haberi yoktu. Macahel'de birlikte aldığımız bir avuç toprağı kutlayacaktık. Aysun, cömertçe seven, destekleyen, kaybolduğumda çekip çıkaran emin, sağlam bir arkadaş benim için; elinde şampanyayla, böğürtlenle, dondurmayla gelmişti. Memem acıyor Aysun, dedim... Sarıldım sıkı sıkı. O şişeyi içtik o gece. İçki pek içmem normalde. Olsun. Kutladık. Dondurmaları da yedik. Geride kalan tacizli günlerimizi, gelecekte bizi bekleyen orman yaşantımızı, o gün o sırada hayatta ve birlikte oluşumuzu kutladık. Böyle son buldu meme kanseri teşhisini getirecek olan günü hayatımın. Bir şenlik, kutlama, dayanışma havasında...


Biz göremiyoruz ama her yanımız hepimizden birbirimize, hepimizden dünyadaki her şeye bağlı görünmez ağlarla örülü... Azıcık dikkat eden için ne bağlantılar var her bir yanda. bu da öyle bir denk gelişti işte. Bir musibet, bir zorlu yol, bir karanlığa iniş, bir erginleme başlıyordu benim için. Sevgiyle, samimiyetle kutlayarak... O gün bunu bilmiyordum...


Birkaç gün sonra, biz adaya pasaport başvurusuna giderken patoloji sonuçları geldi. Kanserli hücreler var, diyordu laboratuar. Hem bulutlu hem güneşli ferah bir gündü. Uzay ve Hasan yanımdalardı. Onlara söyledim. Bir an durduk. Adada yemek yemeye karar verdik. Sokak köpeklerini sevdik. Uzun yolu giden vapura binip eve döndük. Kanserli hücreler...!


Sonra bir koşturma başladı. O cerrah, bu tetkik, bu onkolog... Batı Tıbbı dünyasının, genellikle temas etmek istemediğim, güvenilir bulmadığım, hiç hiç hoşlanmadığım aleminin göbeğine düşmüştüm. Şimdi benim sürecim, bir yandan bu antipatiye sahip olan tarafım içimde bar bar bağrınırken: "inanmıyorum size, hiçbir şey bildiğiniz yok, bırakın beni Hindistan'a ayurvedik detoksa gideceğim" diye çırpınırken bir yandan bu tarafımın sesini azıcık kısmam ve önüme sürülen yolu güvenerek yürümem gereğiyle şekilleniyordu... Direnç, içimdeki en kuvvetli öğelerden olmuştur benim çok zaman. Her ne ise önümdeki ona direnerek başlar bünyem. Sindirmem, teslime geçmem vakit alır.


Tüm tetkikler arasında en çok biyopsiden sonra da emar'dan nefret ettim. Emar öyle bir garip ortam ki; sanki bir canavarın karnına gidiyorsun ve bir sürü görünmez, keskin makine etrafında birbirlerine çarpıyorlar. Sesler çok kötü. Ses frekanstır, der hocalarım. Aklımdaki karanlığı aydınlığa çevirmekle ilgili kutsal şarkıya odaklandım ve razı oldum, bedenimi berbat seslerle tetkik eden bu makineye. Sonra bir arkadaşıma söyledim. "Bana bir ses şifası lazım, tüm frekansım bozuldu."


Bundan 29,5 yıl önce annemi, çok geç teşhis edilip bedeninin türlü yerlerine yayılmış meme kanseri sonucu kaybettim. Öldü. O günden beri, bana risk grubunda olduğum, kontrollerimi aksatmamam gerektiği vs, söylenip durdu, hep. Bunu bilen ve bekleyen, bir yandan da umursamayan iki tarafımla beraber yaşadım bu güne kadar. Bu yüzden geçen seneki kontrolümü sektirdim. Garip bir cesaret, zararlı. Sektirmeyin kardeşim, ne diyorlarsa yapın.


Şimdi bir yandan tıbbi süreçler, benim biraz yavaşlatma ve daha kapsamlı anlamaya çalışma, daha bütüncül doktor var mıdır diye arama gayretlerimle sürerken bir yandan kozmik bağlantılar, neden sonuçlar, anlamlar kalbime doğuyorlar... Yaşantının edebi değeri, bir hikaye olarak kıymeti açılıyor gönlümün katmanlarına.


29,5 yıldır, korkuyla, annesinin kaderini tekrar etmeyi beklemiş olan, içimdeki o parça, şifalanmak istiyor. Şifalanmak ancak içinden geçersem ve kabul edersem ve kucaklarsam mümkün, diye inanıyorum. Kafamı çevirdiğim, yok saydığım, bakmak istemediğim yerlerden şifalandığım olmadı hiç. Şimdi bu süreç, Allah'ın izniyle, olması gerektiği gibi giderse ve ben alnımın akıyla çıkabilirsem içinden; o korkan, o yalnız, o musibeti bekleyen genç kız tarafımın ölümü anlamına gelecek benim için. Artık bana hizmet etmeyen, beni sınırlayan, beni eskide tutan bir parça o. Biliyorum. Yaza, Haziran'da annemin ölümünün 30. senesinde, ben de aynı zorlukla yüzleşmiş ama bunu atlatmış olarak sürdüreceğim hayatımı, umuyorum.


Bir yandan da senelerdir öğretmekte olduğum, vahşi kadının topraklarına giriyorum, bunu görüyorum. Tabii ki benim başıma gelecekti bu. Tabii ki, beni büyütmek, kalbimi, idrakımı açabilmek, ilişkilerimi yeniden ele almak için böyle acı bir ilaç verilecekti bana. Tevekkül ile, gücümü toplayarak, karanlığın yüzüne bakarak ve gerekeni yaparak; bu sırada da yardım isteyerek, akan sevgiye kendimi açarak, zerafetle, kurbana düşmeden geçmeye niyet ediyorum bu yolculuktan... İnanna gibi, Vasalisa gibi, Elsiz kız gibi, İsis gibi... Önce parçalanıp sonra toplayacağım tüm parçalarımı. Önce vaz geçeceğim tüm dış giysilerimden, hakikate soyunacağım ve daha yakın olacağım belki kendi gerçeğime... Kesilen ellerimi, sabırla, şefkatle, emekle büyüteceğim.


Dersimi almaya, şifaya yer açmaya, eskileri bırakmaya, yeni sürümümü sevgiyle kucaklamaya hazırım...


Bu benim karanlığa bir daha iniş hikayem... !





Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir şifa diliyorum
    CEVAPLA
  • Misafir Allah şifa versin G.K
    CEVAPLA
  • Misafir ????
    CEVAPLA
  • Misafir Teşekkür ederim, ağlıyorum ve göz yaşının şifasını biliyorum ???????? tm kalbimle niyetim yaza çemberde buluşmak???????? şifa ile????????
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.