1970’li yıllarda Stockholm sakinleri “eski şehri” yıkıp modernleşmeye karar vermişler. Sonuç, yürekler acısı. Şehrin şu andaki merkezi vasat ve tatsız bir “modern anonimi”. 6 adet “kule büro binası” yapılmış. Durumun tatsızlığını keşfedince, çare aramaya başlamışlar ve bu 40 yıl almış. Ve nihayet “Aydınlatma” diye özetleyebileceğimiz bir çare bulunmuş. Kulelerin ışıklandırılması mahalle baskısı ile renkleniyormuş? Diyeceksiniz ki o da ne? Hiç mi karar mercii yok? Hayır... Kamuoyu yoklaması yapılıyor. Mahalleli ne düşünüyor, nabız ölçülüyor. Ve ona göre karar alınıyor. Mahallenin keyfi yerindeyse sarı ışık, keyfi kaçıksa buz mavisi ışık yanıyor. 6 adet kule ile bundan âlâ dalga geçilir mi? Bir tek anlayamadığım, bu tuhaf muhit ve “güneş rejiminde” nasıl keyifler gıcır ve renk sarı olabilir? Öyle ya güneş hiç batmıyor ya da güneş hiç doğmuyor. İkisinin ortası yok ki. 6 ay öyle, 6 ay böyle...


İşte yarışma mahalli ve ev sahiplerinin hali budur. Ne yarışması onu da diyelim. Mutfak âleminin dünya çapındaki en prestijli yarışması ve ödülü... Bir efsanenin ismi ile taçlandırılmış, Bocuse d’Or... Neredeyse yarım asra yaklaşan bir öyküsü var. İlk kez 1987 yılında Paul Bocuse tarafından düzenlenmiş. Bocuse artık çok yaşlı. Ama şöhreti kanlı canlı ortada. Çünkü çok önemli ve yaratıcı bir değişim ve dönüşüm projesinin müellifi. Kendisi klasik Fransız mutfağından Nouvelle Cuisine diye adlandırılan yeni bir mutfak yarattı. Neredeyse dünya çapında bir aşçı neslinin öncüsü oldu. Ağız tadımızı, tüm mutfak alışkanlıklarımızı değiştirdi. Klasik mutfağın soslarla mahir çehresini, yepyeni bir yüze kavuşturdu. Lokantasının bulunduğu Lyon mutfak meraklıları ve aşçılar için kutsal bir ziyaretgâh haline dönüştü. Ki bugün hâlâ öyle...


TIKIR TIKIR İŞLEYEN BİR ORGANİZASYON

İşte bu nedenle, kadirbilir mutfak âlemi büyük ustaya olan saygısını muhafaza ediyor. Yarım asırdır onun ismi ile anılan prestijli Bocuse d’Or Yarışması da bu duruşun bir parçası. Tam 60 ülkeden ekibin profesyonel şefleri yarışıyor. Her ülke kendine has mahalli malzemelerle yaratıcılığını sergiliyor. Türkiye bu yarışmaya ilk kez bu yıl katıldı. Sultanahmet Four Seasons Oteli’nin aşçısı Gürcan Gülmez ve ekibi Metro Market’in sponsorluğunda neredeyse 1 yıl çalıştı. Yarışmadaki koşulların bire bir yansıtıldığı mutfak kuruldu. Hem ekip hem de “koç ve rehberler” sık sık bir araya gelerek çalıştı.


Nihayet yarışma günü geldi çattı. Herkesin had safhada heyecan içinde olduğu tribünde bizler de yerimizi aldık. Şunu itiraf etmeliyiz. Ev sahibimiz Stockholm’lüler her şeyin tıkır tıkır işlediği bir organizasyona imza atmış. Sakın kolay bir iş sanmayasınız, bir tarafta yarışmacılar ve onların talepleri... Öte tarafta jüri üyeleri ve tüm dünyadan gelmiş şöhretli yıldız aşçılar... Şöyle söyleyeyim tam anlaşılsın; jüri masasında oturanlar arasında “simsiyah bir Basklı” var. Penelope Cruz kadar, belki daha da şöhretli Elena Arzak.


İspanya’nın Bask coğrafyasında bir lokantanın aşçısı, sahibesi. Son 15 yıldır babası ile birlikte çalışıyor. Ve dünyanın en iyi ilk 5’indeler. Kaliteleri ve ligleri sabit, hiç değişmiyor... Bir de izleyiciler var. Dünyanın her köşesinden gelmiş 500-600 yemek yazarı. Kapris kapasitesi yüksek bir cemaat.Stockholm bu sıkıntılı koşuşturmayı sportmence bir şölene çevirdi. Çok şık bir iş yaptı. Sonuçlara gelince, ilk sıraları Kuzeyliler paylaştı. Disiplin ve yaratıcılıklarının sonucunu aldılar. Hakları idi. Nereden mi biliyorum? Öyle ya pişirilen yarışma yemeklerini tatmadan böyle bir kanaat beyanı...


Eğer meraklı bir gözünüz varsa Kuzey coğrafyasını, İskandinav insanı ve kültürünü yakından takip ediyorsanız sonuç sürpriz değil. Topyekûn performanslarının bir parçası... Yarışmanın ardından yemekteyiz. Bir yanımda Mehmet Gürs, öte yanımda Kubilay Özerkan var. Gürs kim biliyorsunuz, yarı Kuzeyli yarı Türk aşçımız, Mikla’ın aşçısı, sahibi. Kendisine de söylüyorum, onun yarışmanın büyük jürisinde yer alması beni gururlandırıyor... Stockholm dönüşü ise uçakta Kubilay Bey ile 3 saat mutfak konuşuyoruz. “Pes etmek kitabımda yok” diye geleceğe bakışını anlatıyor. Kendisinden bu çok değerli tecrübe sürecini bir sonraki yarışmacılara bir kitap olarak vermesini istiyorum.


Malzemeler

350 kg Stockholm’deki Bocuse d’Or Yarışması’na giderken bizim ekip kullanacağı bütün ekipmanı yanına aldı. Kural böyle. Herkes kullanacağı malzemeyi kendisi getirmekle mükellef. Bizimkilerin yanlarında taşıdıkları bagaj tam 350 kg... Paketlemesi, taşıması, organizasyonu, deklarasyonu, sigortası... Her biri ayrı bir dert. Hele bir de uçakla gidiyorsanız. İşte o zaman yanmışsınız. Cari açığınıza da dikkat!


Ali Esad Göksel

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.