Okşayan rüzgarların kenti Knidos

Hayatımın en güzel seyahatleri aniden, bir “hadi”yle başlayanlar oldu. O “hadi”nin peşinde iz sürmek, bazen sadece tek bir gün, bazense günler haftalar boyu… Yaşam evrendeki en özgür oyuncu. Plana, programa koşulmak istendikçe arızaya bağlıyor. Oyun bozucu olmak için elinden geleni yapıyor. “Nereye dilersen git, peşinden geleceğim” deyince belaya bulaşma ihtimali de var elbet, lakin rengarenk bir karnavalın misafiri olmak da…


Yine bir “hadi”nin peşinde Knidos yolları göründü geçtiğimiz günlerde. Denizden bir kere, karadansa üçüncü kere adımımı attım tarihin bu en eski liman kentlerinden birine. Halikarnas Balıkçısı yine bu yarımadaya dair edilebilecek en güzel cümlelerden birini ederek rol çalıyor hepimizden: “Datça Yarımadası, Anadolu’nun Knidos’ta şakıyan dilidir” diyor. Anadolu’nun Ege Denizi’ni kucakladığı kollarından biridir çünkü Knidos. Karanın, sana daha güzel başka nasıl uzanabilirim ki diyerek denize sunduğu, denizin de kabul ettiği aşktır. Knidos’a uzanan köy yollarından kıvrıla kıvrıla ilerleyip denizi gördüğünüz ilk noktada anlarsınız bunu. Daha önce bilmenize, kimsenin söylemesine gerek yoktur.


Yarımada senenin en güzel dönemlerinden birini yaşıyor. Mevsim ne kış, ne yaz; mevsim badem baharı… Her sene Şubat ayı Datça’da badem ağaçlarına kar yağdığı mevsim. Ağaçların çıplak dalları bembeyaz (nadir olarak pembe) çiçeklerle öyle bir donanıyor ki boşa demiyorlar Datça’nın karı diye. Geçtiğimiz haftalarda çiçekleri görebilmek için defalarca köy yollarını aşındırmış olsam da Knidos’a giderken gördüklerim, belki varılacak yerin Knidos olduğunu bilmekten ötürü bambaşka bir karnaval gibiydi. Her iki yanı bembeyaz süslenmiş badem ağaçlarıyla dolu yoldan ilerlerken, dünyanın ilk çıplak kadın heykeli Knidos Afrodit’inin düğün alanına gidiyormuş gibi hissettim kendimi. Balıkçı’nın Knidos Afroditi’ni anlattığı o olağanüstü öyküyü kimbilir kaçıncı kez okuduktan sonra daha başka ne olabilirdi ki?


İnsanın kendi bilincinden başka bir zaman makinesi olmaması ne acı. Sadece kendi beynimizde, kalbimizde, ruhumuzda dolanabiliyor olmak zamanın sonsuz derinliğinde… Fazlasını istiyor insan. Kitaplardan öğrendiğini, bildiğini, gördüğünü, hissettiğini yaşamak da istiyor. Knidos’a, o yıkıntıların arasına adım attığında insan çılgın bir arzuyla zamanda geriye gidebilmek istiyor.


Geçmişte olanları, bu topraklarda nasıl bir medeniyet kurulmuş olduğunu bilmesek gördüğümüz ne yazık ki kocaman bir yıkıntı. Zamanın tahribatının ötesinde bir insan tahribatı söz konusu. Başta İngilizler olmak üzere eserlerin nasıl talan edilip götürüldüğüne, buna padişahın bizzat izin verdiğini öğrenmenin sinir bozuculuğu da ekleniyor. Bir insan bu toprakların değerine bunu nasıl yapar? Kıymet bilmezlik bir gen ise katli acilen vâciptir. İnsan ve zaman ne kadar hoyrat davranmış olursa olsun, Knidos güzeller güzeli bir “cennet yıkıntısı”.


Tüm bu coğrafyayı bir ot bilimci, bir arkeolog ve bir tarihçiyle dolaşmak lazım cümlemizi duyar gibi, ertesi gün elimizde Knidos hakkında kitaplar bir çay bahçesinde laflarken arkamızdan bir ses yanlış bir bilgiyi doğrulamak üzere sesleniyor. Dönüp sohbete başlayınca kendisinin Knidos’ta da çalışmış emekli bir arkeolog olduğunu öğreniyoruz. Datça’nın bitmek bilmeyen süprizleri… Bu tesadüfe en çok gün bitip başımı yastığa koyduğumda seviniyorum. Ucunu takip edip öğrenmek istediğim öyle çok soru ve eksik bilgiyle doluyum ki!


Rüzgârlar bu yarımadanın eli, ayağı, ruhu… Burayı civardaki pek çok coğrafyadan ayrı kılan en belli başlı özelliği. “Knidos, Mavide Uyuyan Güzel” kitabının yazarı Oktay Sönmez, bir denizci olmasından sebep yarımadanın bu ruhunu çok iyi okuyor. Knidos başta olmak üzere burada yaşarken yüzümden hiç eksilmeyen rüzgarın, bir kentle nasıl dost yaşayabildiğini anlatıyor.



Bu yazının son bulması gerekiyor, lakin Knidos bir yazıyla bitmez. Son satırlar da Ege’yi edebiyat kadar iyi anlatabilen müziğe dair olsun. Buraya kadar okuduysanız bir de Anna Vissi’nin “S’agapo m’agapas” şarkısını dinleyin derim. Bu şarkının müziğinde Ege’nin ama özellikle de Knidos’un kıvrımlı yollarını hatırlatan bir ruh var. Bir sonraki gidişimde iki bin yıl önce ölen kente, Knidos’a da dinleteceğim.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.