Veda...

Telefon çalıyor. Arayanın kim olduğunu görünce açmak istemiyorum. Bir oyun benimki, açmasam da gerçek değişmeyecek.


Ama biraz daha erteliyorum.


Seni aradığımda, artık sesini duyamayacak olmayı…


Hiç heyecanın azalmadan, her zamanki gibi önce havayı sonra çocukları sonra Şanal’ı soruşunun bir daha gerçekleşmeyeceğini…


Zamansız zamanlarda arayıp, “Seni seviyorum “dediğimde, ”Ben de güzelim, ben de seni seviyorum.” demeyeceğini…


Aradığında telefonu duymadıysam, sonrası “Nerdesin be güzel, öldüm meraktan!“ deyişini…


Kendimce erteliyordum küçük, insani bir başkaldırışla.


Yaşamın en temel şeyine karşı, Don Kişot’un yel değirmenleri ile savaşması gibi ölümle savaşmak.


Telefon ısrarla çalıyor. Karşı tarafı üzmemek için açıyorum.


Arayan abim, daha bir şey söylemeden, ” Gitti mi?“ diyorum.


“Evet” diyor.


Beklediğimiz şey... Hatta zaman zaman çektiği acıyı gördüğümüzde “Allah kurtarsın” dediğim halde. Bir keresinde, “Gitmek istiyorsan git“ dediğim halde.


Namazımı kılarken “Rabbim, acı çektirme” diye dua ettiğim halde.


Halde, halde, halde…


Sana elleri en çok benzeyenle yola çıkıyorum hemen. Oğlum yanımda.


Köye vardığımızda, mandalina ağaçlarının çiçek kokusu içime doluyor. O anda, bundan sonra ne zaman duysam mandalina ağaçlarının çiçek kokularını, artık sen kokacağını biliyorum.


Kucaklaşıyoruz herkesle.


Seni görüyorum sonra, öylece bebek gibi uyursun. On gün önce ziyaretine geldiğimde nasılsan öyle.


Yengem, “Uykusunda gitti” diyince, “Ne güzel bir ayrılış” diyorum. Nefesini anlatıyor yengem. Karnından alıyormuşsun önce, sonra göğüsüne, en son gün boğazına çıktığını söyleyince...

Haberin gelmeden birkaç gün önce yaşadıklarım geliyor aklıma. Gülnur’a söylemiştim “Yataktan kalkamıyorum, sanki ruhum çekiliyor” dediğini.


Eş zamanlı yaşamıştık belki de seninle. Yavaş yavaş gittiğini ruhum hissetmiş. Belki de, o gözümü açamadığım, anlam veremediğim rüyalarımda, senin yanındaydım bilmeden.


Zaman ne çabuk geçiyor. Üç gün geçti o çocuk gibi küçülen bedenini toprağa koyalı.


Ne tuhaf, şu üç gün içinde nasıl gelgitler yaşadım.


Bir varmışsın, bir yokmuşsun gibi.


Keşkeler geçiyor içimden;


“Daha çok arasaydım”

“Daha çok yanında olsaydım”

“Daha çok sevdiğimi söyleseydim” demeler…


Çaresiz, boşlukta asılı kalan cümleler…


Yokluğunla bir sen varsın şimdi, bir de ben.


Bir araya gelişler, senden bana kalan emanetlerinle, seninle ilgili ne varsa birbirimize anlatıp, anıların silinmesine izin vermemek için, biri diğerinin anısını kayıt altına alsın diye dertleşmeler…


Biri belki ortaya çıkar da, “Hayır, bu bir rüya “ desin umuduyla, bir çimdik atılır umuduyla konuşmalar, konuşmalar…


Vedadan sonraki ikinci gün, İzmir’deyim. Tüm o keşkelerin yerini doldurmaya çalışıyorum.


Çılgınca alışveriş yapmaya başlıyorum, tüm keşkeler iyileşir diye.


Sonra anlıyorum, ne kadar çok şeye sahip olursan ol, ne kadar çok istersen iste... İstemek ya da sahip olmak sevginin, inancın önüne geçemiyor.

Hatırlar mısın bilmiyorum? Yıllar sonra ilk bir araya geldiğimizde Şanal sana bir soru sormuştu. ”Baba” demişti. “Çok güzel bir hayat geçirdin. Nasıl özetlersin? Ne söylersin?”


Hiç tereddüt etmeden soluksuz, “Sevgi, sevgi,sevgi” demiştin.


Koca bir hayatın özeti ve öyle güzel bir farkındalık ki! Öyle sana yakışır, güzel, onurlu bir son ki!


Hatırlayınca bu sözlerini, anlıyorum. İstediğim kadar “Keşke” diyeyim, sevgi yetmez, yetemez. Hiçbir zaman tam değildir. Tam değildir, çünkü sevgi besler bizi, doymayız. İlginçtir, yine kendi eksikliği tamamlar sevgiyi.


Kendimi suçlamak haksızlık, biliyorum. Hem sana hem bana, biliyorum.


Bir süre devam edecek böyle, onu da biliyorum. Acının tüm evrelerini yaşamalıyım ki, sonra hayata tutunabileyim.


Sarılabilmeliyim yaşama... İnatçı çocuklar gibi sarılabilmeliyim ki, senden armağan aldığım yaşamı, hayata hayır ile devam ettirebileyim.


Sen de bunu isterdin.


Benim hayallerinin peşinden giden kahramanım, benim Süpermen’im.


Her insan bir iz bırakır. Sen; okunan, görünen izler bıraktın, biliyorsun değil mi?


Helal et hakkını.


Her terk edip gidişinde, her canımı yakışında, belki sen bin kez yandın, yara aldın.


Helal et hakkını.


Bir bıçak gibi, iyi iş çıkarmam için yokluğunla bilerken beni, kim bilir yokluğumda sen nasıl acılar çektin?


Affet olur mu?


Bir zamanlar anlamadığım için seni.


Sana kızdığım için.


Uzak kaldığım için.


Benim tarafımdan bakarken aynaya, senin diğer tarafta olduğunu unuttuğum için.


Bak yine, yıllar önce senin için yazdığım şiir geldi aklıma. Tiyatro grubuma okuduğumda herkes merak etmişti, “Kim bu sevgili?” diye.


Gülümsemiş, bu büyük aşkımın adını sır olarak saklamıştım.


Yine söylüyorum ama bu defa aşk’la, kırgınlıkla değil...


“Sen bitimindeydin gecenin,


Çöl yalnızlığı yüreğimin


Işığında gizliydin.


Samanyolu'ndan sorulur oldu,

Gelip gelmeyeceğin.

Sen; geceyle gündüzün

Alacakaranlığında gizliydin


Ne geceler sorar oldu seni,


Ne de gündüzler.


Saatler sorusuz sustular


Sorgusuz infazlar yaşandı bu şehirde


Ne sonlar sorar oldu seni


Ne de yeni başlangıçlar


Ardına bakmadan giderken sen


Rüzgarla asılı kaldı bütün çocuklar.


Ne denizler sorar oldu seni,


Ne de yakamozlar.


Tükettiğimiz yerde başlıyor yaşam dedikleri.


Ve bir gün anlayacaksın.

Bu şehirden,

Seni seven yüreklerden

Hiç gitmediğini.”


Son iki cümle 05.05.2012‘de senin için eklendi. Bence şiir şimdi kendi parçasını buldu.


Sevgide ayrılık olmadığını biliyorum…

Bu yüzden sana şimdilik “Veda” ediyorum.


Kızın Emel




Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.