Annem çocuğuma hiç bakmadı
Geçenlerde “annem çocuğuma hiç bakmadı, ben de çocuğumla görüşmesini istemiyorum” içeriğine bir haber okudum. Bir kadının çocuk büyüttüğü esnada annesinden beklediği desteği görememesi muhakkak ki üzücü ve yıpratıcı bir durum. Gelgelelim bu beklentiler sadece annede mi toplanıyor? Aslında içselleştirilmiş ataerki sebebiyle annelere bazen de pek de gerçekçi olmayan beklentiler yönetildiği için mi hayal kırıklığı yaşanıyor? Bu konuyu biraz deşmek isterim.
Öncelikle malum olduğu üzere bir çocuğa bakmakla esas yükümlü olan iki kişi var; çocuğun annesi ve babası. Babalık izninin yeterli olmaması, babalar için esnek çalışma saatlerinin öngörülmemiş olması gibi kurumsal engeller bir kenara, babaların (ve aslında annelerin de) önce bunu bir içselleştirmesi gerekiyor. Çocuk bakımı “kadınların işi” değil. Çocuk yetiştirmek bir ebeveyn sorumluluğu. Dolayısıyla anneanne desteği aslında babanın “keyfi” boşluğunu telafi maksatlı mı talep ediliyor, yoksa babanın mevcut imkanlar dahilinde mevcut olduğu hallerin yanı sıra bir destek ihtiyacı mı var, onu iyi tartmak gerekiyor.
Çocuk bakımını annede bırakınca, anneye destek olması gereken taraf olarak babaanne resimden çıkıyor. Çünkü herkesin kendi çocuğuna destek olması gerekir gibi de bir tutum var. Annenin işi olduğuna göre anneye desteğe anneanne gelmeli. Halbuki denklemi ebeveyn sorumluluğu olarak kurguladığınızda babanın görevi bakımından babaya destek olmak üzere babaanneyi resme davet etmek de pekala mümkün? Yeterince destek olmadığı için kendi annesine kızgın kaç baba var etrafınızda? Her birinin annesi esasen çok ilgili ve hatta en az kayınvalideleri kadar ilgili anneler miydi? Yoksa onlar zaten bu sorumluluğu kendi üstlerinde görmedikleri, dahası zaten zorlanan taraf da olmadıkları için bu “ihmali” görmezden gelmek çok mu kolay oldu?
Babaanne denkleminin destek olan versiyonunda da aynı akıl yürütmeyi çalıştırmak mümkün. Torununun büyümesine destek olan babaanne sadece geline destek olmaz. Kendi oğluna da destek olmuş olur. Dolayısıyla ortada müteşekkir olması gereken bir taraf varsa o tarafı doğru belirlemek gerekir.
Zamanında gereği gibi babalık sorumluluğu üstlenmemiş tarafların kaçınılmaz şekilde dede olduklarında da bu sorumluluğu üstlenmek için geç kalmış olduklarını görürüz. Oysa bazen sadece kendilerine dair sorumluluk konusunda daha proaktif olmak bile yeterlidir. Dedeler bazen sadece kendi eşlerine “yük olmayarak” sürece dahil olmayı seçebilirler. Kaç tane dede bu gerekliliği yerine getirmediği için kendi kızıyla/oğluyla çatışma yaşar mesela?
İçselleştirilmiş ataerkiyi altından çektiğinizde anne olan kadınların kendi anneleriyle olan çatışmalarını büyük ölçüde hafifletmiş olursunuz. Tam aksine annesi adına da mücadele yürüten kadınlar bütün bir ömrü çocuk bakarak geçirmiş annelerinin hayata katılmaları adına da gayret gösteriyor ve beklentiyi diğer sorumlulara daha kolay yöneltiyor olur.
Bu seneki Feminist Gece Yürüyüşü’nde çokça anneyle dayanışan, patriarkayla hesaplaşan içerikte pankart olması bu anlamda çok sevindirici. Bayrak yarışına dönen, kuşaktan kuşağa aktarılan bir mücadele.
Bu vesileyle "bir çocuğu bir köy büyütür" sözünün ne kadar hakiki olduğuna da değinmeden olmaz. Bireyselliği güzelleyen kentleşmenin, sonuçları en çok da kadınlar üzerinde doğan çatışma alanlarından biri de bu. Sonraki nesillerin yetişmesinden kolektif sorumluluk aldığımız bir toplumsal düzeni kurmak zorundayız. Tüm lohusalara yürekten sarılıyorum.
YORUMLAR