Ütopyaları sevmediğimi, zaten onların da birer distopyadan ibaret olduğunu düşündüğümü yazmıştım. “Gerçek olanları bir kenara koyup sadece edebi olanları ele alsak bile, her ütopya eninde sonunda aynı problemle yüz yüze kalır: Bu düzene uymayanlara ne olacak?” diyen Margaret Atwood’la aynı fikirdeyim. Polisiye, tarih, fantastik, distopik bilimkurgu türlerini harmanladığı yeni romanı “Osmanlı Cadısı” vesilesiyle Barış Müstecaplıoğlu’yla da konuştuk bunu. Benden daha iyimserdi... Röportajın sonunda, “Özgürlüklere sarılmamız gerektiğine inanıyorum” dedi. “Aynı şehirde ya da aynı ülkede huzurla yaşamak için, herkesin kendi ütopyasını özgürce yaşayabileceği ve kimseyi buna uymaya zorlamayacağı bir hürriyet ortamına ihtiyacımız var. Şu an yaşanan çatışmaların büyük bölümü bundan doğuyor. Herkes birbirini kendi doğrularını onaylamaya zorluyor, uymayanı hainlikle damgalıyor.” Ama konuşmaya cadılardan, tehlikeli addedilen ötekilerden başladık. İlk sorumu kitabının adından yola çıkarak sordum: Osmanlı’da cadı var mıydı?


Kadınlara ya da tekinsiz addedilen kişilere cadı denmesi ve cezalandırılması Batılı bir gelenek, bizde buna benzer bir şey olmuş mu?

Osmanlı tarihinde, cadılık suçlamasıyla öldürülmüş birini göremezsiniz. Olduysa bile tarihi belgelere geçmemiş. Cadı avları genelde ölülere karşı uygulanmış, mezarlar açılarak cadı olduğundan ve geceleri dirildiğinden şüphe edilen cesetler yakılarak yok edilmiş. Osmanlı kültürünün Balkanlarla ilişkisini ve Batı’dan göçmüş pek çok insanın yaşadığını düşünürsek, böyle bir kültürel etkileşim olması çok doğal. Osmanlı gibi mistik Doğu hikâyeleriyle beslenen bir toplumun “cadı” kavramını duyup etkilenmemesi mümkün değildi doğrusu.


Bu konuda ne gibi bilgiler var elimizde?

Elimizdeki en sağlam belge, Balkanlarda Türklerin yaşadığı bir kasaba olan Tırnova’daki vakaya dair. Olay o kadar büyüyor ki Tırnova Kadısı Ahmet Şükrü Efendi, saraya mektup yazarak cadılara karşı verdiği mücadeleyi anlatıyor. Köye Nikola isimli bir cadı avcısı çağırıyorlar, yüklü bir meblağ karşılığında cadıları def ediyor. Osmanlı arşivlerinde mevcut olan bu yazışma, dönemin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’de yayınlanıyor. En ilham verici kaynak ise Evliya Çelebi’nin “Seyahatname”si. Gördüğünü iddia ettiği bir olayda, Abaza ve Çerkez cadıları ölü hayvanların ve tırmık gibi enteresan eşyaların üzerinde havada uçarak savaşa tutuşuyorlar. Atalarımızın hayal gücü epeyce zenginmiş.



Peki sizin “cadı”nız, yani esas karakteriniz Ayşe nasıl biri, anlatır mısınız?

“Osmanlı Cadısı”nda olayları güçlü kadın karakterler yönlendiriyor. Ayşe’nin pek çok erkeğin başını döndürecek sıra dışı bir cazibesi var, bunun faydasını da görüyor, korkunçluğunu da... Haymanalı Süleyman Paşa, onu denizin ortasında bulduğunda büyüleyici güzelliği yüzünden âşık oluyor ve zaman geçtikçe sıra dışı yetenekleri olduğunu keşfediyor. Cadılık olarak görülebilecek şeyler bunlar. Güvende olsun diye onu bir Mevlevi dergâhına götürüyor. Fakat olaylar kısa sürede çığırından çıkıyor, Ayşe, köylünün hakkını savunan efelerle zorba bir sancak beyinin arasındaki kanlı savaşın ortasına düşüyor.


Paralel ilerleyen bölümlerde okuru teknolojik olarak çok ileri bir distopik geleceğe götürüyorsunuz. Bir distopya tarifiniz var mı?

Distopyalar trafikteki uyarı levhaları gibidir, geleceği sorgulayalım diye yazılırlar. Dünya öyle ya da böyle değişecek, 500 yıl öncesindeki gibi yaşamıyoruz, 500 yıl sonra da insanlar şimdi bizim yaşadığımız gibi yaşamayacaklar. Mühim olan, bu değişimin ne yönde olacağı, bizim bu değişimde nasıl bir rol oynayacağımız. “Osmanlı Cadısı”ndaki teknolojik gelişmelere, icatlara gelince, bunların hemen hepsi şu an bir yerlerde bilim adamlarının ya da teknoloji enstitülerinin üzerinde ciddiyetle çalıştığı teknolojiler. Bunun için çok araştırma yaptım, çünkü yüzlerce yıl sonraki dünyayı gerçekçi bir biçimde tasvir etmek istiyordum. Romandaki gelecek tasviri, teknolojik olarak gayet mümkün bir gelecek öngörüsü.


Kitapta bahsi geçenler

“Farklı çağlarda geçen iki öyküyü paralel kurguyla bölüm bölüm takip ediyoruz ve dünyaya dervişlerin, kalyon kaptanlarının gözünden bakarken, kendimizi uçan arabaların içinde, robotlarla sohbet ederken buluyoruz. İstanbul gelecekte yapay zekânın hüküm sürdüğü bir şehir cumhuriyeti haline gelmiş, kapitalizm iyice gemi azıya almış. Zenginler hiç dışarı çıkmadıkları 200 katlı megakulelerde yaşıyor. Kalabalıklar halinde yaşayan yoksullarsa bitkinlikten yürüyemiyor bile. Özetle, toplumun iki kesimi de farklı sebeplerle cendere altında; tutsak hayatı sürüyorlar. Kitapta İstanbul Şehir Cumhuriyeti var bir de. Londra ve Şanghay gibi İstanbul da o kadar büyümüş ki ayrı birer cumhuriyet haline gelmiş. İstanbul Eşitlik Hareketi’nden de söz edilebilir. Adaletsizliklere karşı biraraya gelen iyi insanlar olduklarını söyleyen de var, eli kanlı katiller olduklarını iddia eden de. Enteresan bir hastalığı olan dedektifimiz, cinayeti çözmek için onların arasına sızmak zorunda.”


Esra Türkekul: ‘İyi polisiye iyi edebiyattır’

Caddebostan imara açılmadan önce boş araziler ve bostanlarla kaplıymış. Bu yüzden de halk arasındaki adı Cadıbostanı’ymış. Derken parası ve gücü olan kişiler buraya yerleşip evler, köşkler yaptırmışlar ve adını Caddebostan olarak değiştirmişler. Esra Türkekul’un Mylos Kitap’tan çıkan ikinci romanı “Cadıbostanı Cinayeti” adını buradan alıyor. Okurken polisiyenin son yıllardaki yükselişini düşünüyorum. Sonuçta artık sadece polisiye basan bir yayınevimiz (Labirent) ve hatta bir polisiye dergimiz (221B) var. Böylece bu haftanın ikinci “cadılı” kitabı için Türkekul’la konuşmaya karar veriyorum...



Polisiye yazmaya nasıl karar verdiniz? “Cadıbostanı Cinayeti” ikinci polisiyeniz...

İki kitap sonra bile, bu işe neden başladığımdan hâlâ tam emin değilim. Heves etmiştim, o kadarını biliyorum.


Bir polisiye yazarı hangi konularda bilgi sahibi olmalıdır, yoksa bu konuda da hayal gücü yeterli midir?

Polisiyenin hata kaldırmayan bir tarafı var; tutarlılık şart. Yazarken, “Gerçekler birbiriyle çelişmez” sözünü aklımdan çıkarmıyorum.


Polisiye yükselişte. Oysa geçmişte ana akımın sınırları dışında sayılan bir türdü...

Bunun cevabı türün tarihsel gelişiminde saklı. Yaşadığımız coğrafyada günümüzde bile tutarsızlıklara karşı yaygın ve kökleşmiş bir duyarsızlık var. Gözlem ve akıl yürütme, sonuçta “Kim yaptı?” polisiyenin omurgasını oluşturuyor. Bence bu tür, kaotik dünyada akılcı bir düzen arayan beyinlere hitap ediyor. Eleştirel düşüncenin geçer akçe olduğu, ölüm kalım meselesi haline gelecek derecede kristalize hale geldiği bir mecra bu. Ve tabii ki iyi polisiye, iyi edebiyattır.


“Bizde seri katil olmaz” derler. Bu konuda siz neler söylersiniz?

Romanların, filmlerin ve dizilerin sanal dünyasındaki seri katiller, mitolojik hayvanlar kadar egzotik hale geldiler. Anglosakson imgeleminin bir ürünü denebilir onlara. Geyiğin poposunu marine edip 5000 dolarlık şarabını yudumlayan, Epikür’den alıntılar yapıp arp çalan, 35 kişiyi kıtır kıtır kesip tek ipucu bırakmayan “rafine” ve “dâhi” psikopatlara çevremizde rastlayamamamız hiç de şaşırtıcı değil. İleride fikrim değişebilir ama ben şimdilik sıradanlığı tercih ediyorum. Kahramanım Berna da bu tercihin bir ürünü. Çözeceği cinayet de onun yetenekleri ve karakteriyle uyumlu ve orantılı olmak zorundaydı.


“Suç ve Ceza”nın, “Hamlet”in bile bir nevi polisiye olduğu öne sürülür, katılıyor musunuz? Bir kitabı polisiye diye nitelemek için hangi özelliklere sahip olması gerekir?

Ben cinayet ve sonrasında bir süre devam eden gizem yüzünden “Karamazof Kardeşler”i polisiyeye daha yakın görüyorum. Polisiyenin benim için en önemli kuralı, ortada bir gizem olması ve bu gizeme birilerinin akılcı yöntemlerle yaklaşması. Sihir, fal, vahiy veya dayanaksız spekülasyonlarla çözüme ulaşan bir roman, polisiye sayılamaz. En azından bu durum bende “Lost” dizisinin sonu kadar büyük bir hayal kırıklığı yaratır.



Gülenay Börekçi

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.