Üsküdar’ın kalabalık sokaklarından birinde bir kadın 10 yaşlarındaki oğluna deli gibi bağırıyor. ‘Seni bana parayla mı verdiler lan? Düşsene yakamdan, yapışmasana böyle anana!’


Kadın deli mi divane mi bilinmez ama karşısındaki çocuk öne düşmüş gözleriyle utanıyor sokaktan. Çünkü herkes ona bakıyor. Bela paratoneri olmak istemediğimden arkamı dönüp gitmeliydim belki de, yapamadım ama! Durdum bir kenarda bekledim. ‘Duayla çocuk isteyenlere vermeyen Allah sana vermiş be nankör’ demek için, çocuğu arkama alıp korumak için… Tek yumurtasından yavru dilenen, tüp bebek merkezlerine kışlık kömür parasını yatıran annelerin hatırı için…


Bir süre sonra kadın gururlu edasıyla başı dik, çocuk düşük boynuyla mağrur devam ettiler yollarına… Anneliğin o çapı geniş damarında kelimeler birikti, çocuk yerine ağlayasım geldi. Oysa benim annelikten anladığım bam teli denilen o gümbürdek damarın içine karışmış histi. Çocuk parklarına oturup oynayan çocukları izleyerek kavrulduğum özlemdi. Yahya Efendi Camisi’nde ağlayarak ettiğim dualardı. Eyüp Sultan’da dağıttığım kesme şekerlerdi. Anasız babasız çocuklara yapıp götürdüğüm keklerdi. Arkadaşlarımın çocuklarının buzdolabına magnetle tutturduğum resimleriydi. Somali’deki aç çocuk için gözlerimin dolması, lösemili çocuk için ‘Bismillah’la verdiğim bir ünite kandı. O zamanlarda anne değildim henüz, ama Allah biliyor ya rüştümü kazanıyordum.


Sonra onlar geldi, benim yavrularım! Yağmurdan sonra gökkuşağı gibi… Beni içine alıp bir ışıldağa dönüştüren, renkten renge büründüren bir mükâfat gibi… Biri moru biri maviyi seviyordu. Biri sarışın biri esmerdi. Biri utangaç biri çığırtkandı. Biri kedi, biri köpek istiyordu. İkisi birden ‘anne’ diyordu ama! Anne, anne, anne… Dünyanın en güzel seslenişiydi!


Yok, öyle anlatıldığı gibi güce büründürmüyor her kadını annelik. Örneğin ben daha bir ağlak oldum. Eskiden dağlara tırmanırken şimdi yüksekten baktığımda ayağım uyuşuyor, korkuyorum. Cengâver yanım gitti, reçel yapan munis bir kadın da doğurdum onlarla… İşi gücü, plazayı bitirdim. Kariyeri de yaparım, çocuğa da bakarım diyemedim. Okuldan gelince ‘anahtarları var girsinler’ deyip gezemedim. Onların çocukluğunu keşfederken kendimi de keşfettim. Meğer kedileri seviyormuşum, tüyleri kaşındırmıyormuş. Hiçbir şey imkânsız değilmiş, sadece bazı şeyler kısmet olmuyormuş. Ve ben bazen şüpheleniyordum duymadığından ama Allah her şeyi duyuyormuş.


Annem azizem oldu. Eskiden ne çok çatışırdık? Sanki değişmeye mecburmuş gibi zorlardım onu bazı şeyler için. Diretkendim, isyandaydım bir nevi. Şimdi 4 damarı değişen kalbinin içinden neler geçtiğini anlıyorum az çok. 3 çocuğuna 4 damar feda eden, her öğün 9 hap içip 1 iğne yiyen canım annem…


Keşke kendi gökkuşağının içinde renkten renge giren ışıltına eski çocuğun yerine şimdiki halimi koyabilsem! Senle ettiğim kavgaların içinde geçen her söz yerine bir gül fidanı dikebilsem. Hep derdin ya ‘anne olunca anlarsın’ diye, yine haklı çıktın… Annelikten anladığım iki yanağıma konan öpücükler bir de… Küçük, şapşup ve tükürüklü… Sonra küçük ellerle silerler o tükürükleri. Kikir kikir güleriz. Kucağıma yuvarlanır, bir çadır gibi kapanırlar üstüme… Ve dünyanın bütün kötülüklerine kapak olur sevgi… Yoksa kaynayıp kaynayıp buharlaşmıyor mu her şey…



denizgorenada





Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir müthiş...
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.