“Sadece kahvelerinle değil, seninle de ilgileniyor.”

“Nasıl anladın?”

“Siz konuşurken sana bakışlarından, sen başkalarıyla konuşurken ya da bir şeyler yaparken gözünün üzerinde olmasından ve benden rahatsız olmasından!”

“O yüzden erken kalktın değil mi?”

“Eh, herhalde Sinem.”

“Kusura bakma ya...”

“Senin kusurun değil ki, niye onun yaptığından kendini sorumlu hissediyorsun?”

“Ne bileyim Ertan.”

“Boş ver. Sen şimdi aranızda bir şeyler başlarsa ne olacağını düşünüyorsun, değil mi? Bir denge bulmak zorunda hissediyorsun.”

“Evet.”

“Arkadaşını kaybetmek istemiyorsun ama arkadaşın yüzünden Müfit’i de kaybetmek istemiyorsun.”

“Evet. Senin yorumun ne bu konuda?”

“Beni kaybetmezsin merak etme. Ben ne zaman ihtiyacın olursa buradayım.”

“Sağ ol.”

“Ama Müfit’i kaybetmemek için benimle az görüşmen ya da görüşmemen yeter mi, bence bunu bir düşün.”

“Nasıl yani?”

“Senin en yakın arkadaşının bir erkek olmasından rahatsızsa, genel olarak karşı cinsle ilişkilerinden de rahatsız olabilir. Bunu sen anlarsın zaten. Müşterinin biriyle konuşurken gülersin mesela, sorar sana. ‘Ne oldu?’ ‘Komik bir şey mi oldu?’ ‘Ne dedi?’ Bir adım sonra ‘Söyledikleri çok mu hoşuna gitti?’ ‘Onu benden esprili mi buldun?’ ”

“Ertan kokutma beni.”

“Korkutmuyorum, hazırlıklı ol diye söylüyorum. Tekrar ediyorum. Sadece bir erkekle yakın arkadaş olmandan mı huzursuz, yoksa seni erkeklerle yan yana görmekten mi? Bunu bence anlamaya çalış. Eğer onunla bir ilişkiye başlamak niyetindeysen. Kıskanç sevgili çekilmez.”



“Şom ağzını kapat” diyesim geldi, demedim. Bir ilişkiye başlayacağıma inandığım zaman böyle oluyorum. Sevgili adayım her şeyden, herkesten önemli hale geliyor. Onu herkesin gözünden, sözünden sakınma ihtiyacı duyuyorum. Geçen gün, kendimi anlamak için okuduğum kitaplardan birinde denk geldim. Muhtemelen, bu sakınma hali kaybetme korkusundan ileri geliyor. Kaybetme korkusu da aslında onu hak ettiğine inanmamaktan. Hak ettiğine inanmıyorsun çünkü kendini her durumda “az”, “eksik”, “sevilmeye değmez” biri olarak görüyorsun. Belki önce kendimi “tam” ve “sevilmeye değer” hissetmeliyim, sonra bir ilişkiye başlamalıyım. Yoksa yine her şey başa sarabilir. Böyle sakin sakin bu sözleri sıralıyorum, fakat iş uygulamaya gelince tökezliyorum. Belki acele etmemeliyim. Ama acele de etmiyorum ki...


Biraz buruk gittim bugün Kahve Bahane’ye. Müfit sanki gözü yoldaymış da ben gelince rahatlamış gibi karşıladı beni. Sanki önceki gün bana karşı bir kusur işlemiş de onu telafi etmeye çalışıyor gibiydi.

“Bugün yorgunsun sanki, biraz otur istersen.”

“Sana bir ıhlamur yapayım mı? İçine bir küçük limon dilimi de katarım.”

“Yardım edecek bir şey var mı?”


Yorgun değil ama biraz tedirgindim. Erkek müşterilerden biriyle biraz fazla konuşmam gerektiğinde ya da biri teşekkür ederken yüzüne bir tebessüm yayıldığında aklımdan o sırada Müfit’in bana bakıp bakmadığı geçiyordu. Gözlerim onu arıyordu. Fakat Müfit gayet normaldi. Onun davranışlarını tartmaya çalışırken, tanıdık bir sesle irkildim.

“Hayırdır, burada işe mi girdin?”

Döndüm. Spor salonundan Bedrettin-Erhan! Aklımdan ilk geçen “beni küçümsediği” oldu. Sinirlendim, hırslandım, elimdeki tepsiyle kafasına geçirmek istedim.

“Haftada iki gün kendi projem için buraya geliyorum” demekle yetindim.

Kahkaha attı.

“Şaka şaka... İyi yapmışsın. Doğru yerdesin. Beğendin mi logoyu?”

“Hangi logoyu?”

“Senin logoyu”

“Evet de...”

“Telif hakları için başvurdun mu? Yok.”


Biz ayakta konuşurken Müfit geldi. Onlar sarılıp öpüşürlerken bakakaldım. Üçümüz oturduk.


Hadise şu. Geçen yılbaşı öncesi, Sedat’ın çalıştığı ve müşterilerine hediye etmek üzere kahve siparişi veren ajans, meğer bu adamınmış. Ben neler yaptığımdan bahsedince, o kahvelerin sahibinin ben olduğumu anlamış. Müfit’e benden bahsetmiş, beni kafeye davet etmesini önermiş. Müfit arayınca hemen logoyu yaptırmış. Müfit’le bir dönem birlikte çalışmışlar. Reklam ajansının kurucusu ve sahibi oymuş ama esasen reklamcı olmadığından, işlerle ilgilenmesi için profesyonelleri işe almış. Böyle dedi. Bunun dışında iki şirketi daha varmış. Müfit’e de zincir kurma şartıyla ortaklık teklif etmiş, fakat o yanaşmamış. Kalkmadan evvel ısrarla tekrarladı:

“Sinem, sen bütün telif haklarını al. Müfit, sen de hiç değilse ikinci dükkânı düşün. Maddi açıdan ne gerekiyorsa ben yaparım. İkisi de çok iyi yatırım. Size ortaklık teklif ediyorum.”


Hayat tesadüflerle mı dolu, yoksa tesadüf diye bir şey yok ve her şey hesaplı, planlı, programlı mı, bilmiyorum.

Adam zengin olmaktan bahsediyor, benim aklımda Müfit’in beni ondan kıskanıp kıskanmadığı var. Hiç öyle bir hali yok.

Acaba neden?


9 Ekim 2018 Salı hthayat.haberturk.com’da...



Diğer bölümler





Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.